-
Kesinlikle hayatta her şeyin bir bedeli vardır; siz o an için bu bedelin ne olduğunu fark edemeseniz de! Düşünün, tercih ettiğiniz, o bedeli ödemeye değecek mi? Elde ettiğiniz kazanç, ölüm ötesindeki kayıplarınıza yol açıyorsa, bu en büyük bedeldir ki TELÂFİSİ DE YOKTUR!
-
Gerçekten sevdiğinizi ve sevildiğinizi anlamanın yolu beyinsel iletişiminizi incelemekle mümkündür. Seven ve sevilenin düşünceleri, istekleri sözsüz birbirine yansıyorsa; zihninizden geçirdiğinizi, siz hiçbir şey demeden o yapıyorsa veya tersi, gerçekten bir sevgi bağı vardır. Ayrı kaldığınız biri gerçek sevgi oluşmamışsa, sanki sizin için ölmüş gibidir. Anılarınız kadar sizinledir. Anılar ise günlük bilgi girdileriyle sürekli örtülür. Zira beyin her gün yeni bir film izletir size, içinde rolünüz olan. Bazı günler ise film diziye dönüşür. Yarın uyandığınızda yeni bir sahnenin içinde rol alacaksınız. Bir de gerçekten film izlercesine yaşamı izleyebilsek…İnsanların senaristin verdiği rolü oynadığını fark ederek!
-
KURBAN KESME KONUSUNA BİR AÇIKLIK GETİRELİM BİLDİĞİMİZ KADARIYLA… Kurban kesmek hacca gitmiş olanlar için, haccın VACİPLERİNDEN biridir. Kurban kesmek, zengin müslümanlar için, yoksullara dağıtılmak üzere tatavvu (nafile yani yararlı) bir eylemdir. Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer kendi hilâfetleri sürecinde KURBAN KESMEMİŞLERDİR; vacip zannedilmesin diye. KURBAN KESMEYİ Kevser Sûresine, “NAHR” kelimesine bağlamak YANLIŞ değerlendirmedir; çünkü bu sûre bildirildiği süreçte (Mekke’de iken) henüz hac farz değildi ve kurban vacibiyeti söz konusu değildi. “NAHR” kelimesi ise “BENLİĞİNİ (nefsini) KURBAN ET” anlamındadır. KEVSER Sûresinin anlamı da ilmimiz kadarıyla şudur: “BİZ SANA (beyninin boyutsal derinliğinde) KEVSERİ (esmâül hüsna özelliklerini) ihsan ettik ki bu senin RABBİNDİR. Öyleyse salât ile (RABBİNE YÖNEL) ve NAHR (Rabbinin varlığını ve benliğini yarattığını fark ederek) BENLİĞİNİ KURBAN ET! Sana hıncı olanlar var ya asıl onlar ebterdir (âhiret yaşamında kevser nimetlerini yaşamaktan kesiktirler.” “Kevser havuzu” hadisi de metafor olarak dünya yaşamında beynindeki esmâ kuvvelerini değerlendirmeyenlerin âhirette bu nimetten mahrum kalacağını açıklar keşfimiz kadarıyla.
-
Adı “ALLÂH” olan âlemlerin (insanların dünyalarının) Rabbi, El Esmâ özellikleriyle adı “BEYİN” olandan “BEN”leri yaratarak, “BEN”lerle kendini kamufle etmiş; sonra da dönüp, yoktan var ettiği, gerçekte var olmayan “BEN”lere kendine erme çabasını yüklemiş; “BEN”lerinizi KURBAN EDİN (NAHR) diyerek, aslı “YOK” olana varlık hissini terk etmesini istemiştir. Dilediği noktalardan da (halife) “BEN”lik perdesini kaldırıp, farklı esmâ özellikleriyle yarattığı çeşitli isimlerin yaşamlarını seyrederken; öte yandan, “BEN”lerin dünyalarında da “beşerî” oluşumları yaratmıştır. Seyreden, seyredilen, sadece, ismi “ALLÂH” olan; ve lâ GAYRI HÛ!
-
“ALLÂH” ismi bir tanrıya mı işaret eder; YOKSA…. Altta koyduğum linkteki sohbetimi izlerseniz, beynin çoklu dünya algısını ve beynin dahi yalnızca dalgaboyu yapı olduğunu fark edersiniz. youtu.be/x2N_O7zN_eg Beyin bir hardware’dir, tüm bilgisi de software’dir anlayışı yanlıştır! Beyin tümüyle dalgaboyu/data/bilgiden ibaret software’dir. Hardware kavramı hissiyatı, beyindeki bilgi çözümündeki algının oluşturduğu varsayımdır. Beynin algısındaki tüm evren ve içindekiler hep beynin bilgi alanındaki bilgi çözümünden başka bir şey değildir. Evrendeki farklı bilgi decode edici (beyin) yapıların da çözümlerindeki bilgiye göre farklı evren ve varlıklar tespitleri olur. Sonuç olarak, sonsuz sınırsız dalga boyu/data/bilgi yapı, her an kendindeki algoritmaya göre değişik bilgi algıları oluşturarak sayısız varlıklar yaratmaktadır. Adı “ALLÂH” olan işte bu sonsuz sınırsız ilimdir. Geçmişteki ilmi ledün ehli, bu anlattığımızı şu cümleyle özetlemişlerdir: “Allâh, ilminde ilmini ilmiyle seyretmektedir!” Beynin nasıl çalıştığını ve ne olduğunu “YENİLEN” kitabımızda anlatmıştık. https://www.ahmedhulusi.org/tr/kitap/yenilenGerçeği fark etmek isteyenlere okumalarını öneririm.
-
DEİSTLERİN, ATEİSTLERİN VE DE PEK ÇOK İLÂHİYATÇININ ANLAYAMADIĞI KURÂN’ın RUHUnu anlatmaya çalıştık çook yıllar önce. Hele bir okuyun bakalım: https://ahmedhulusi.org/tr/yazi/kuranin-ruhu
-
Beynine giren her çevresel bilgi proses edilerek (işlenerek), otomatikman zihninde bir yorum açığa çıkaracaktır, veritabanına göre. Bu yorum da o andaki duygularını tetikleyecektir. Duygularınla ya keyifleneceksin ya da yanacaksın kabullerine göre! Ne varki sende bir de üst bilinç vardır; eğer bilincini kabullerinin kaydından arındırabilmişsen. Üst bilinç, varlıktaki tüm oluşumları, tümüyle bir tetikleme sisteminin getirisi sonucu otomasyon olarak, seyir perspektifiyle değerlendirir. Bu yüzden de doğal seyrin bilinçte oluşturduğu yorumların fevkinde seyir hâlindedir. Bilincin, yorumlarının sonucu olarak yaşamını cennet veya cehenneme çevirirken; Üst bilinç seyrinde, yaratılmışlar âleminin seyrinde olursun, YORUMSUZ!
-
DİN DÜNYALIK İÇİN DEĞİL ÖLÜMÖTESİ YAŞAM İÇİN BİLDİRİLMİŞTİR. ‘Dünyada mekân âhirette iman’ sözü de esasen buna işaret eder. Âhiret yaşamında insana, iman ettiği şey kurtarıcı olur. Dünyalık nedir? DÜNYADA BIRAKIP GİDECEĞİN HER ŞEY DÜNYALIĞINDIR. İMANdan murad, hakikatinin, bedensiz yapının ALLÂH İSİMLERİNİN İŞARET ETTİĞİ ÖZELLİKLERDEN OLUŞTUĞUNA İNANMAK VE GÜVENMEKTİR. Bedensizlik yaşamında, ne kadar kendini bedenden kaynaklanan kabullerinden arındırabilmişsen; ne kadar HAKİKATİNİ OLUŞTURAN İLÂHÎ ÖZELLİKLERE ERİŞMİŞSEN, o kadarıyla bunun getirisini ölüm ötesindeki tüm yaşam safhâlarında değerlendirebilirsin. ER GEÇ DÜNYADAN, DÜNYALIKLARINDAN SOYUNACAKSIN. Hakikatini keşfedip yaşayamazsan ne tanrını ne de başkalarını suçlama; bu boş iştir. Din, Kur’ân, sana ‘hakikatin Allâh esmâsının özellikleridir, bu yüzden de HALİFESİN’ derken, bunu hissedemeden geçip gidersen en büyük zulmü sen kendine yapmış olursun. ALLÂH KİMSEYE ZULMETMEZ. Oku!
-
Dinî, tasavvufî kavramların çoğunu oluşturan METAFORLARDAN kurgulanan zihnimizdeki DÜNYAMIZDA, HAKİKATİ yaşayacağımızı umuyoruz! Metaforların neye işaret ettiğini, neyi fark ettirmek istediğini düşünemiyorsak, SELÂMET OLA!
-
TÜRKİYE VE BATIDA İNSANLAR NİÇİN DİNDEN UZAKLAŞIP, ATEİST veya DEİST OLUYORLAR? Kısaca açıklamaya çalışayım. İnsanlarda din bilgisi önce çocuklukta ana-babadan sonra da okuldan, imam hatiplerden başlayarak gelişiyor. Bu çevrelerin hemen pek çoğu da Kurân’ı ve “ALLÂH” kavramını mevcut meâl ve tefsirler üzerinden öğreniyorlar. İLAHİYATÇILAR DA böyle! Konunun düğüm noktası, din anlayışının, “ALLÂH” isminin ÖTENDE bir “TANRI” olarak algılanmasından oluşuyor! Diyânet mensuplarının ve dahi İLAHİYATÇILARIN çoğunun, “ALLÂH” ismiyle işaret edilenin ÖTEDE, YUKARIDA, emirler yollayan bir TANRI olarak konuyu algılaması; bu anlayışı da meâl ve tefsirlere yansıtması sonuçta bugünkü dine isyan ve redlerin temelini oluşturmaktadır. Bugün internette, %4’ü algılanan (%96’sı karanlık madde) yüzlerce milyar galaksinin oluşturduğu bir evren anlatılıyor okuyanlara. Böyle bir büyüklük içinde KOMUTLAR YAĞDIRIP İNSANLA UĞRAŞAN BİR TANRIDAN ELBETTE SÖZ EDİLEMEZ. Reel gerçek bu olduğuna göre, KUR’ÂN ne anlatıyor, insan neyi fark etsin istiyor? MUHAMMED aleyhisselam KUR’ÂN ilmini nereden aldı? Elbette ki “ALLÂH”tan aldı ama bu sizin TANRI olarak ötede varlığını sandığınız TANRIDAN DEĞİL. BESMELE İLE okuduğunuz üzere, “İSMİ ALLÂH” denilerek işaret edilenin İHLÂS sûresinde tanımı, bölünmez parçalanmaz zerrelere ayrılmaz, som (ne içine bir şey girebilir ne de ondan bir şey ayrılabilir) TEK olarak anlatılır. Yani ORİJİN varlıktan TANRI olarak söz edilmemektedir. Dolayısıyladır ki din anlayışının temeli bu noktaya dayalı olarak ifade edilmiyorsa, etiketi ne olursa olsun, konuşan kendi hayali kurgusunu dillendirmektedir. Âli k.v.’den, Ebubekr Sıddık’tan İmam Caferi Sadık’tan başlayıp günümüze kadar gelen tüm SUFİ ermişler hep bu anlayışla yani, SADECE İSMİ ALLÂH OLAN VAR GAYRI YOK kavrayışıyla dini değerlendirmişlerdir. Bunun sonu nereye çıkar? İNSAN ÖTESİNDEKİ VARSAYIM TANRI PEŞİNDE KOŞMAYIP, HAKİKATİNİ OLUŞTURAN İSMİ ALLÂH OLANI FARK ETMEK VE DİN ANLAYIŞINI BUNUN ÜZERİNE İNŞA ETMEK DURUMUNDADIR. Biliyorum bu konuda çok sorularınız gelecektir. HEPSİNİN CEVABINI kitaplarımda ve youtube kanalımdaki videolarımda anlattım. Yukarıdan bir kitap inmemişken “OKU” uyarısına muhatap olan Muhammed a.s.’ın NEYİ OKUMASI İSTENMİŞTİ? Cevabı ahmedhulusi.org’daki Hz. Muhammed Neyi “OKU”du? kitabımızda. Girin ücretsiz okuyun. Bir meâl veya tefsir sizde, yukarıda, ÖTENİZDE BİR TANRI anlayışı, hissiyatı oluşturuyorsa, o sizi hakikatten uzaklaştıracaktır!
-
“İNSANCA” ve “BEŞER” tâbirleri konusuna bilgim kadarıyla açılım getirmek istiyorum bugün. İstisnasız her insanda, kaçınılmaz olarak “BEŞERİYET” vardır! Beşeriyet, insan beynine giren, gerek bedeninden gelen ve gerekse çevresinden giren tüm bilgilerin toplamına verilen tanımlamadır. Beyin her an gelen bilginin analiz ve sentezini yaparken, bu beşerî bilgilere göre işlevini yapar. Bu işlem beyinde otomatik olarak devam eder! Zihindeki yorum ve kararlar buna dayalı olarak açığa çıkar. İşte bu oluşuma Hz. İsa a.s.’ın dilinde “İNSANCA DÜŞÜNMEK” denmiştir. “Sen İNSANCA düşünüyorsun, Allâh gibi değil” diyen İsa a.s. ne demek istemişti. “Beşeriyet” istisnasız her insanın yapısındaki oluşumdur, Muhammed a.s. da dahil; ki O da “BEN DE BEŞERİM MİSLİNİZ OLARAK” demiştir âyette. Tüm rasûller ve veliler bu statüde olduğuna göre, vahdet ehli zâtların bir kısmından açığa çıkan, “ENEL HAK”, “CÜPPEMİN ALTINDA ALLÂH’TAN GAYRI YOK”, “ETE KEMİĞE BÜRÜNDÜM…” benzeri dillenişleri ve “ALLÂH GİBİ DÜŞÜNMEK” ifadesini nasıl anlamalıyız? Önce şu kesin tespiti vurgulayalım, her insan BEŞERDİR, hakikati Allâh isimleri özellikleri olsa da ona ALLÂH DENEMEZ! Ne var ki… Beşeriyeti kendinde barındıran beynin boyutsal derinliğinde, holografik evren (aklı evvel) gerçekliğine dayalı olarak, “rububiyet hakikati” da mevcuttur; ki vahiy veya ilham, şatahat denen, yukarda yazdığım deyişler, hep beşerî sınırlamalara takılmadan direkt zihinden açığa çıkan ifadelerdir. İşte bu yüzdendir ki, “Şatahat” denilen, “hakikatindeki ilmin dilden açığa çıkmasına” dayanan bu sözler, beşeriyete ait olmayıp; beşerin, beynin, boyutsal derinliğindeki kuantum bilgi alanından açığa çıkar; Rububiyetin seslenişi olarak. Bu oluşum anlık da olabilir, daha uzun süreli de! “Allâh gibi düşünmek” işareti, “sen beşerî girdilerine göre değerlendirme yapıyorsun; Allâh indindeki değerlere göre değil” anlamınadır. Allâh gibi düşünmek, Allâh “indînden” gelen ilimle olayları ve varlıkları seyirle mümkündür; ki buna da “LEDÜN İLMİ” denilmiştir. “LEDÜN İLMİ” denilen bu ilim, kuantum alan ilminin, beyni oluşturan rububiyet (esmâ) kompozisyonuna göre açığa çıkışının adıdır ki, bu seyirde beşeriyetten kaynaklanan değer yargılarına yer kalmaz! Bu alanda daha açıklanacak çok şeyler var ama maalesef yeri burası değil. Özetle bilelim ki, “ŞATAHAT” sözleri açığa çıkan kimseler, sıfatları ne olursa olsun, BEŞERDİR; beşer de Allâh olmaz! Allâh, evren içre evrenleri yaratan ilim ve kudretin ismidir! Ne var ki, beşeriyetin de Allâh isimlerinin işaret ettiği özellikler dışında varlığı yoktur! Gerçeği, Allâh indîndekidir! ALLAH HÛ VE LA GAYRI HÛ!
-
“İNSANCA” düşünüp ALLÂH’ın ADALETİNİ SORGULAYANLAR İÇİN… Bir yanda lüks içinde yaşattıkları, diğer yanda açlıktan ölme noktasında milyarlar? Bundan ne anlıyorsunuz?
-
“İNSANCA” düşünen BEŞER, sanıyor ki kendisi gibi olan bir TANRI var; o da herkese adaletli, eşit davranacak! HAM HAYAL! YOK BÖYLE BİR ŞEY! Fark edin, anlayın artık! Besmele “İSMİ ALLÂH OLAN” derken bir TANRIDAN söz etmiyor; içinde yaşadığınız, algıladığınız her şeyi dilediği gibi kendi algoritmasına göre yaratıp açığa çıkaran bir KUDRETTEN söz ediyor, ki O da İNSANCA DÜŞÜNEN BİR TANRI DEĞİLDİR. Ateistlerin de, deistlerin de, müslümanların büyük çoğunluğunun da fark edemediği anlayamadığı reel gerçek budur! Kurân’da “SÜNNETULLAH” olarak tanımlanan yaratış sistematiğindeki esasları bilmeyenlerin, ÖTEDEKİ TANRI anlayışından arınmaları çok zordur. VARSAYDIKLARI TANRI dedikodusuyla ömür tüketip geçer giderler. Her boyutta geçerli sistem güçlü güçsüzü ya hükmü altına alır ya da yer! Bu KUDRETİN açığa çıkış sistematiğidir. (Not: GÜÇ deyince yalnızca fizik güç anlaşılmamalıdır. Paranın gücü, ilmin gücü, AŞKIN gücü, karadeliğin çekim gücü gibi pek çok KUDRET açığa çıkışı vardır.) Bu realiteyi fark edenler asırlardır aciz toplumları sürüler halinde yönetmektedirlerdir! YA YENİLENECEKSİN YA DA ELENECEKSİN!
-
Her şeyin aslı ve orijini frekanslardır! Beyin adıyla işaret ettiğimiz ise frekans decoder (çözücüsü)! Beyin kendine ulaşan frekansları çözümleyerek kendi içinde, hayal olan hologram DÜNYAMIZI yaratır. Bu yaratıcıya orijini itibarıyla din, ALLÂH ismini kullanılır. Bu yaratıcı kudret, potansiyel, her şeyin orijini olup, ismi ALLÂH’tır ki; ihtiva ettiği anlam itibarıyla tüm frekansların birbirini algılamasına GÖRE sayısız varlık kabulünü oluşturur. Oysa evren içre evrenler diye anlattığımız, farklı boyutlar diye tanımladığımız her şey, algılayan sistemlerin dünyasında var olan varlıklardır. Sayısız algılama sistemlerinden biri de BEYİN adıyla bildiğimizdir. Kendi orijinini, hakikatini fark edip gereğini yaşayan anlamına olarak, Kur’ân “HALİFE” tâbirini kullamıştır. Bu tâbir BEYİN adıyla anılanın algılama kapasitesine; frekans çözümleme ve değerlendirme yeteneğine verilen addır. Buna “kulumda öylesine yakiyn oluşur ki ben onun görür gözü, işitir kulağı, konuşur dili olurum” anlatımı ile işaret edilmiştir. Kulun seyreden gözü olur! Bedeniyle beşer, hakikatiyle HAK zâhirdir. Yukarıda anlattığımız yanısıra bir de genel tüm insanların “halife” oluşundan söz edilir ki, bu da hepsinin potansiyelindeki (esmâ) özelliklerle varlıklarını sürdürmeleri nedeniyledir. Varlığın TÜMÜYLE FREKANS yapı olması nedeniyledir ki, gerçek varlık 2D olarak diridir ve kendi varlığıyla kâimdir. (HAYY KAYYUM) Hakikatinin hissedişi açığa çıkanlar hariç, tüm insanlar DÜNYALARINDA beşeriyetlerinin getirisine göre oluşan kabirlerinde (beyinlerindeki) hologram dünyalarında yaşarlar; çeşitli yaşam (algı) formlarından geçerek! Açılımı İLİM, İRADE, KUDRET olan sonsuz sınırsız frekans denizi ise RAHMAN olarak tanıtılmıştır. Kısacası RAHMAN, ilminde, ilmiyle, ilmini seyretmektedir sonsuz sınırsız frekans okyanusunda yarattığı algı formlarıyla! Kur’ân, ateist ve deistlerin ya da çoğu ilâhiyatçıların anladığı gibi ötedeki bir TANRI/İLÂH kavramını anlatmaz. Bu anlayış, Kurân’daki pek çok âyeti anlamamaktan ya da âyetler arasındaki bağları kurarak düşünememekten kaynaklanır. Sadece ALLÂH; gayrı yok!
-
TANRI YOKTUR! “ALLÂH” ismiyle işaret edilen ise, “İNSANCA/BEŞER GİBİ” düşünen(!) bir TANRI olmayıp; bildiğimiz kadarıyla milyarlarca galaksideki trilyonlarca yıldızda, özgün varlıklarıyla yaşamlarını sürdüren hesapsız varlığı Yaratan KUDRETTİR! Şimdi sen kalkıp “EKBER” olarak sıfatlanan bu KUDRETİ, “BEŞER” gibi düşünen(!) tanrı olarak kabullenip; sonra da gördüklerinden dolayı ONU yargılamaya kalkarsan çok komik olursun! 60 senedir insanlara “ALLÂH” ismiyle işaret edilenin gökteki bir tanrı olmadığını anlatmaya çalışıyorum. ahmedhulusi.org adresindeki sitemizde ücretsiz okuyup indireceğiniz “ALLÂH” kitabında bunu okuyabilirsiniz. Eğer bu KUDRETİN, tüm evren içre evrenlerde kendi ilmine göre, dilediği algoritmalarla sürekli yaratışta olduğunu; bunun BEŞER zekâ ve mantığı ile kavranılamayacağını da anlarsanız; artık düşünce ufkunuz genişlemeye başlar. Başını kaldır semâya bak, sonra bir daha bak ve acz içinde başını önüne eğ, denmiştir! Bu durumda bize kalan iş, “ALLÂH”ın kavranılamayacağını, bunun üstünde düşünmenin boş olduğunu idrak edip; yaşadığımız algı boyutunda geçerli sistemi (sünnetullah) anlamaya çalışmaktır. İnsan yaratılmıştır! İnsan, bedeninin elinde olmayan şartları ile yaşamını sürdürmeye çalışmaktadır. Hiçbir organı ne yapacağını başkasına sormadan! İnsan zihni, elinde olmadan kendisine yüklenen bilgileri doğru/gerçek diye kabullenerek ve icabında bunların kavgasını yaparak ömür tüketmektedir. Bu süreçte hoşlanmadığı her şey için de şartlanmasına göre kabullendiği, tanrısını eleştirmektedir, zihnini rahatlatmak için! OYSA…Yaşanılan sistem içinde, OLAN HİÇBİR ŞEYİN OLMAMA, OLMAYAN HİÇBİR ŞEYİN DE OLMA İHTİMALİ YOKTUR! Çünkü, evrende oluşan her şey, o şeyin bir önceki ânının TETİKLEMESİYLE oluşmaktadır. Bir MUHTEŞEM SOFTWARE’in açılımı gibi! Düşünün ki, Rahimdeki ilk döllenmiş hücrenin, içindeki programa göre, organlara dönüşecek şekilde, KENDİ KENDİNE açılıp çoğalması gibi! İşte bu olay TETİKLEME SİSTEMİNİN en görülür hâlidir. Zihniniz dahi beyninizdeki otomatik çalışan gelen bilgi>bilgi tabanına GÖRE analiz>sonucun açığa çıkması şeklinde TETİKLEME SİSTEMİNE göre çalışır. Peki bu akışı etkileyebilir miyiz? Yeni bir bilgiyi, bilgi tabanınız elveriyorsa, değerlendirmeye sokup, o istikamette çıkışı oluşturmak. Başkaca da yapılacak bir şey yoktur bilgim kadarıyla. Beşerî bakış insana sonuçta yangından başka bir şey tattırmaz. Zihninin kendini beşer olarak kabullenmesi tüm yangınlarının nedenidir. Allâh’ı, sistemini, yerini ve HAKİKATİNİ kavramak ise cenneti yaşatır tüm boyutlarda.
-
Kur’ân-ı Kerîm’deki en büyük mucizenin farkında mısınız bilmiyorum. Rasûlullâh a.s.’a ilk gelen içsel hitap (Cebrâil diye bildiğimiz ilim kuvvesi) “OKU Bismi RABBİN” diye başlar. VARLIĞININ HAKİKATİNDEN GELEN İLİMLE OKU, edinilmiş, çevresel şartlanmaların oluşturduğu bilgilerle değil; hakikatindekini hisset! Bu yüzden Bismillah denerek “OKU”maya davet yoktur. Konunun püf noktası burada başlıyor. La ilahe, TANRI YOKTUR’u anlamış, ama “Allâh” ismiyle işaret edilen henüz kavranılmamış. MUCİZE ÂYETLER İŞTE BUNLAR: Soruyorlar, “ALLÂH” diyorsun, ilâhları reddediyorsun da “ALLÂH” diyerek bildiğimizden farklı ne demek istiyorsun. İşte günümüz ateist, deist ve bir kısım din ehlinin de anlamadığı husus bu! İHLÂS Sûresindeki anlam “OKU”NAMIYORSA VE O “OKU”MANIN GETİRİLERİ düşünülemiyorsa, insanın hakkıyla ALLÂH’A İMANI olmaz; o kendi yarattığı tanrısıyla yaşamını sürdürür sonsuza dek! İHLÂS Sûresini OKUYAMAYAN, BİSMİLLAHı da OKUYAMAMIŞTIR! Gelelim niçin en büyük mucize oluşuna bu sûrenin. Günümüz bilimsel düşüncesinin ulaştığı şu iki realite her şeyin orijinalini açıklamaktadır: Tüm boyutlarıyla evrenin orijini KUANTUM alandır. Evrende geçerli sistem HOLOGRAMDIR. https://ahmedhulusi.org/tr/kitap/tekin-seyri Kitabımızda bu konuyu detaylı yazdık. Düşünün ki her şeyin aslı, orijini, hakikati, zamansız, mekânsız, sınırsız, sonsuz, kendisi dışında veya içinde hiçbir şey olmayan; dolayısıyla ne ondan meydana gelen ikinci bir varlık ne de ona etki edecek bir şey düşünülemeyen KUANTUM POTANSİYEL! Şimdi bu anlayışla İHLÂS sûresini “OKU”maya çalışın “O ALLÂH” diye başlayan cümleleri… Burası işin başlangıcı daha… Eğer gerçek bu ise… Tüm algıladıklarımız ya da algılanamayanlar ne olur gerçeği itibarıyla? Bu durumda zihnimin BEN diye işaret ettiği ne olur? Gördüğüm kim olur? Düşünebilen beyin için düşüncelerinin başlangıç noktası burası olmalıdır kanaatimce. Bu yüzdendir ALLÂH ismiyle işaret edilen anlaşılmadan BESMELE de “OKU”namaz. “B”nin işaret ettiği “HAKİKATİM OLAN” mânâsıyla Kur’ân da “OKU”namaz. Bu anlattığım konu anlaşılmazsa da, zihinlerin yarattığı ötedeki TANRI/İLÂH kavramı ortadan kalkmaz, inkâr veya tapınmalar bitmez!
-
13 Eylül 1963’te deist iken annemin ısrarıyla gittiğim cuma namazında gelen bir ilhâmla İslâm Dinini kabul etmiş; Kur’ân ve hadisten ibaret anlayışla yeni bir düşünce boyutuna geçmiştim. O günden sonra önce şeriat bazlı, sonra tasavvuf temelli birikimimle ilerlerken, Kur’ân âyetlerinin birçoğunun, geldiği zamanın şartları yüzünden, metaforlarla bazı gerçeklere işaret ettiğini fark edip, bu metaforların bilimle çözüleceğini kavradım. İnsan bedeni, BEYİN, fizik, teori fizik üzerinde çalışmalar yaparken de, Kur’ân âyetlerinin çoğunun, metaforlarla, bilimsel gerçekliklere işaret ettiğine şahid olup, bu konudaki fark edişlerimi, yazdığım kitaplarda, video sohbetlerimde anlattım. Anlayışıma göre DİN BİLGİSİ PARAYLA SATILMAZ. BU YÜZDEN DE HİÇBİR YAYINIMI SATMADIM, ÜCRETSİZ İNSANLIĞA SUNDUM 60 SENEDİR. BUNU KOLAYLAŞTIRAN RABBİME ŞÜKREDERİM. DİN HERKESE TEK TEK HİTAP EDER. HERKES KENDİ İNANÇ VE ANLAYIŞINDAN SORUMLUDUR VE BUNUN SONUCUNU YAŞAR. DİNDE (yani dini uygulama hususunda) ZORLAMA YOKTUR! BİLENLER BİLDİĞİNİ ANLATIR, KİMİN AKLI HANGİ ANLATILANA YATARSA ONU UYGULAR, SONUÇLARINA DA KENDİSİ KATLANIR. Evet 60 yıllık birikimimi ahmedhulusi.org isimli sitede herkese ücretsiz sunuyorum indirilebilir şekilde. Din konusundaki hemen hemen bütün sorularınızın cevabı orada mevcuttur. Anladığım KUR’ÂN bu sitededir! TARİKATIM YOKTUR; MEZHEBİM RASÛLULLÂH’ın a.s. MEZHEBİDİR! HİÇ KİMSENİN BANA TÂBİ OLMASINI İSTEMEM. Çünkü ölümü tattığında herkes kendi hesabının sonucunu yaşayacaktır; başkalarını mazeret göstermesi, yaptıklarının sonucunu yaşamasını engellemez! “BİLMİYORDUM” mazereti Allâh sisteminde geçerli değildir. Boğulacağını bilmemen denize düştüğünde seni kurtarmaz. İÇİNDE YAŞADIĞIMIZ SİSTEMİN NE KADAR ACIMASIZ OLDUĞUNU FARK EDEMEYEN, hayalinde yarattığı tanrısıyla yaşayandır. Allâh sisteminde geçerli olan, GÜÇLÜ OLAN GÜÇSÜZÜ YER prensibidir! Dünya’da da âhirette de bu böyledir. Öyle ise fazla uzatmadan son sözümü söyleyeyim. YA YENİLENİN YA DA ELENİN! Acıyanınız olmayacak!
-
Beyin et beyin değil frekans/bilgi yumağı/paketidir demiştik. Hardware değil SOFTWARE’dir BEYİN!
-
GERÇEK FELÂKET NEDİR BİLİYOR MUSUNUZ? Dünya hayatında sıkıntıda, azapta, cehennemdeyiz, diyerek avunan yüz milyonlarla müslümanın; eğer ALLÂH ismiyle işaret edilene, O’nun KENDİ HAKİKATLERİ OLDUĞUNA İMANLARI YOKSA, NE YAPARLARSA YAPSINLAR ÂHİRETTE DE AZAPTAN, CEHENNEMLERİNDEN KURTULAMAYACAKLAR, CENNETE GİRMELERİ MÜMKÜN OLMAYACAKTIR! CENNETE GİRMENİN ŞARTI, FİİLLER (ameller) DEĞİL İMANDIR KURÂN’A GÖRE. Zihninde şirk (ötesinde bir tanrı kabul eden) düşüncesi olanın hiçbir hayrı, yararlı fiili ona yarar sağlamaz, diyor KUR’ÂN! Günümüzdeki din anlatımı insanları esas İMAN EDİLESİ KONUDAN UZAKLAŞTIRIP; iman olmaması hâlinde, hiçbir yararı olmayacak fiillerle avutuyor! DİN BİLDİRİSİ, İNSANI, ÖTESİNDEKİ TANRI KABULÜNDEN ARINDIRIP, HAKİKATİ OLAN ALLÂH İSMİYLE İŞARET EDİLENİ FARK EDİP, BUNU HİSSETMESİ İÇİNDİR. İMAN, İNSANIN ÖLÜMSÜZ ZİHNİNE (ruhuna/frekans beynine) gereklidir; ameller (fiiller) ise beşeriyetini terbiye içindir. Fiillerin içinde İMANIN GETİRİSİ olan düşünce ve bakış açısı, hissedişi yoksa, yapılanlar programlanmış robotların yaptıklarından farksızdır. Senden açığa çıkanın ibadet olması için OKUDUĞUN her şeyin anlamını bilip, üzerinde düşünmen; sende veya muhatabında o fiili ortaya koyanın kim olduğunu hissedip yaşaman gerekir. Bu da ancak İMAN ile mümkündür. Şükür ki, din terminolojisi ile anlattığım her şeyi bilimsel verilere dayanarak da açıklayabilirim; ya da hiç dinî terminoloji kullanmadan, bilimsel verileri değerlendirerek dinin hedefini ortaya koyabilirim. Bunu şunun için söylüyorum... Allâh bu çağda insanlara rahmet olarak, dinî terminoloji ile, metaforlarla işaret ettiği her gerçeği, bilimsel temelleriyle de açıklamıştır, bilim adı altında. İlim, bilim insanın kurtuluşa giden yoludur! Şimdilik sözün özü… Azaptan, yanmaktan kurtulmak istiyorsanız, öncelikle İMAN NEDİR, NEDEN GEREKLİDİR, GETİRİSİ OLAN YAŞAMA BAKIŞ NASIL OLUR; konusuna da zaman ayırın lütfen!
-
KUR’ÂN VE DİN BUNUN İÇİN Mİ GELMİŞ? Kur’ân açık hükümleriyle ortada iken, çeşitli kişilerin yaşadıkları toplum anlayışına göre yorumlarıyla karmakarışık hâle getirilmiş! İnsanlar, Rasûlullâh zamanından yüzyıllar sonra oluşturulmuş mezheplere tâbi olmak zorunda bırakılıyorlar. Bu da demektir ki, “Kurân’ı siz anlayamazsınız, bizim yorumlarımızla oluşan din anlayışına tâbi olun.” Biri bir şey dedi mi, dediğinin dayanağı olan âyeti sorun! Fetva, âhirette ASLA sizi kurtarmaz! Tercihiniz KUR’ÂN DİNİ mi, FETVALAR DİNİ mi?
-
TAPINANLAR VE KUR’ÂN UYARISI… İNSANLAR ÇOĞUNLUKLA, BİNLERCE SENELERDİR BİR ŞEYLERE TAPINMIŞLAR... Dağlara taşlara hayvanlara ateşe suya yıldızlara Güneş’e ve sair! En sonunda gelişmişler(!) ve büyük ölçüde o tapındıklarından yüz çevirip son tanrıyı bulmuşlar: İNSAN! BÖYLECE DE… Arzularını karşılayacağını, beklentilerine cevap vereceğini umduğu İNSANA TAPINMAYA BAŞLAMIŞLAR. HÂLÂ DA ÖYLE! Bu niçin yanlış? Sen, kendi özündeki, boyutsal derinliğindeki sonsuz potansiyeli fark edip, keşfedip bunun getirisi olan cennetini yaşaman için varken; çocukluktan hatta bebeklikten itibaren, beynine yüklenip zihninde yer alan şartlandırılmaların yüzünden ve dahi beşeriyetinin yaşamına yön vermesi nedeniyle huzuru ve mutluluğu yaşayamıyorsun… Hep birilerinin peşinde koşup, onlara TAPINIYORSUN! Kur’ân, sana “TAPINILACAK VARLIK YOKTUR, SADECE ALLÂH”; derken, sana, zihnini dışındakilerden ÖZÜNDEKİNE, HAKİKATİN OLANA ÇEVİR, uyarısı yapmaktadır! Algıladığın veya algılayamadığın ne varsa, her şey, ALLÂH isimlerinin sayısız kompozisyonlarından başka bir şey değildir. Bu yüzdendir ki, kim neye TAPINIRSA TAPINSIN HEP ALLÂH’a kulluk hâlindedir. Bu konuya Kur’ân çok orijinal bir tanımlama ile işaret eder: DÛNİLLAH! ALLÂH DÛNUNDA! Anlamı şudur: Varlığının her zerresi, ALLÂH İSİMLERİNİN İŞARET ETTİĞİ ÖZELLİKLERLE OLUŞMUŞ OLMASINA RAĞMEN, varlığı BİR ESMÂ KOMPOZİSYONU OLDUĞU İÇİNDİR Kİ, SINIRLI KAPASİTESİ OLAN İNSAN, ALLÂH değildir! Esmâ kompozisyonu özellikleriyle var olan, Allâh’tan da gayrı varlığı olmayan her şeye de Kurân’da ALLÂH DÛNUNDAKİLER olarak işaret edilmiştir. Kısacası, DIŞINDAKİ HER ŞEY ALLÂH’ın VARLIĞIDIR, AMA SEN BUNA KENDİNİ KAPTIRIP, sendekinden perdelenme; ÖZÜNDE VARLIĞINDA ESMÂSIYLA HAKİKATİN OLAN ALLÂH’a YÖNEL uyarısı yapılmaktadır. ALLÂH ismi ile işaret edilen, sonsuz sınırsız, varlığı dışında veya içinde hiçbir şey olmayandır. Dolayısıyla her düşünen veya düşünmeyen yapı da O’ndan ayrı bir şey değildir. İnsan hafsalası Allâh adıyla işaret edileni idrak edemez bu yüzden de RABBİ İLE BAŞBAŞADIR SONSUZA DEK! İşte bu noktada, Kurân’da niçin RAB ismi üzerinde duruluyor ve pekçok şey RABBE bağlanıyor onu fark ediyoruz. ALLÂH İSMİ İLE RAB İSMİ ARASINDAKİ ANLAM FARKINI BİLMEYEN KUR’ÂN CAHİLİDİR, DİN CAHİLİDİR, FELSEFE CAHİLİDİR! Rasûlullâh a.s. mirâcda RABBİYLE MUHATAP OLMUŞTUR. HER İNSAN DAHİ HER AN RABBİYLE MUHATAPTIR! Her şey, her an RABBİNDEN İNZÂL OLARAK SENDE AÇIĞA ÇIKMAKTA; DÜŞÜNCEN, FİİLİN OLARAK DA RABBİNE, YANİ SENİN HAKİKİ VARLIĞIN OLAN ALLÂH İSİMLERİ KOMPOZİSYONUNA DÖNMEKTEDİR. Her an Rabbine dua etmektesin ve her an Rabbin sana icabet etmektedir! Nefsinin hakikati RABBİNDİR. Hesap görücü olarak da RABBİN YETER. Yani, tüm yaşamında RABBİNLESİN. Bu sebepledir ki, boş yere, EN GELİŞMİŞ PUT OLAN “ALLÂH DÛNUNDAKİ” İNSANI RAB EDİNME; KENDİNDEKİNE YÖNEL, ‘KENDİNİ TANI’ denmiştir. İnsanlar birbirlerinin bilgilerinden istifade içindir, tapınmak için değil. Dünya’dan herkes yalnız ayrılır, edindikleriyle; dünyasını değiştikten sonra KİMSE KİMSEYİ KURTARAMAZ KÖRLÜĞÜNDEN ve sonuçlarından! Çok büyük çoğunluğun hayal edemeyeceği bir sistem içinde yaşıyoruz, bu basiretsizlikle geçersek yeni algı boyutuna, VAY HALİMİZE!
-
SEVMEK EN BÜYÜK İBADETTİR, SEVDİĞİNİ GÖREBİLİYORSAN! SEVDİ YARATTI, YARATTIĞINDAN SEVDİ!
-
Ne duyduğunuz müslümanlık, İSLÂM; ne de duyduğunuz anlatılan peygamber, RASÛLULLÂH! Önce şunu vurgulayayım ki, RASÛLULLÂH a.s. son derece, esnek, hoş görülü, zorlayıcı olmayan, “gerçekler bu, yapabildiğiniz kadarını yapın” anlayışında olan bir Zât! Şartlara göre değişken uygulamalar yapmış, esnek bir kişilik. Zaten bu yüzden de mezhepler doğmuş! Gün gelmiş cuma namazını tam güneş tepede öğle vaktinde edâ etmiş, kâh da ikindi vaktine kadar uzatmış. Namazda kâh ellerini sallamış iki yana, kâh da bağlamış. Kâh sahuru erken tutmuş, kâh da günün ilk beyazı görünene kadar uzatanlara bir şey dememiş. Uzatmayayım, hadis bilgisi olanların bildiği gibi, fiiller alanında son derece esnek, kolaylaştırıcı bir önderdi. RASÛLULLÂHDI! Esas üzerinde durduğu ana konu İMAN ANLAYIŞI idi. Yüzyıllardır örtülmüş KUR’ÂN bilgisinin ana konusu da ALLÂH adıyla işaret edilene İMAN meselesidir. Ölümle ölümsüzlüğe geçiş aşamasından sonra insana cenneti yaşatacak olan yalnızca, Allâh ismiyle işaret edilene imandır! Çünkü, ALLÂH adıyla işaret edilen, seni cennete sokacak ya da cehenneme atacak bir gök tanrı, ötendeki bir ilâh değildir. HER ŞEYİN VE SENİN VARLIĞININ HAKİKATİ OLAN, TEK, EŞSİZ, BENZERİ, MİSLİ OLMAYAN, SONSUZ SINIRSIZ ÖZELLİKLİ KUDRETTİR. Sen eğer hakikatin olan bu kudrete iman edip, dışsallıkta ve içsellikte bu hakikati hissedemezsen; Dünya’da da, bedensizlik yaşamında da cehennemi yaşarsın! Anlayışı kıtlar, tüm din anlayışlarını, Kurân’da işaret edilen hakikati kavrayamadıkları için, İslâm dinini gökteki tanrının dini olarak algılayıp, tüm düşünce sistemlerini bunun üzerine bina ediyorlar. Sizler de hiç düşünmeden, onların birbirlerine verdikleri pâyeler etiketler yüzünden, söylediklerine inanıp, sonsuz geleceğinizi yanlış rota nedeniyle MAHVEDİYORSUNUZ! İslâm Dinine göre HİYERARŞİ YOKTUR! KULLUK YOKTUR! Herkes birebir Rabbiyle muhataptır ve Rabbinin kuludur, Rabbinin muhteşem özelliklerini fark etmekle yükümlüdür. Bu da TAKLİTLE OLMAZ, hissedip yaşamayı ve her şeyi o pencereden seyretmeyi getirir. ALLÂH YALNIZCA ŞİRKİ AFFETMEZ; bunun dışındakileri dilediğine affeder! Kurân’daki hükümdür bu! Eğer, gerçekten Kurân’ı, Rasûlullâh’ı, İslâm dinini öğrenmek istiyorsanız, bırakın çeşitli etiketler taşıyan din anlatanları bir yana; anlatmaya çalıştığım ALLÂH ismiyle işaret edileni fark edip, tüm din anlayışınızı bu realite üzerine bina ederek, şirkten arının. Yaşamınızın en önemli konusu budur, bence!
-
Basîretinizi kendi kendinize test edin... Olaylar hakkındaki öngörüleriniz, yaşanan ve yaşanacak olanlarla ne kadar aynılaşıyor?
-
Uzun yıllardır anlatmaktan dilimizde tüy bitti! Gerçekte dalgaboylarından oluşan 2d bir evrende yaşamaktayız; oysa beynimiz bu dalgaboylarını dönüştürerek maddeler evreninde yaşadığımız algısını yaratmaktadır. Kısacası, tamamıyla BEYNİMİZİN YARATTIĞI KENDİ ÖZGÜN HOLOGRAM DÜNYAMIZDA YAŞAMIMIZ DEVAM EDİYOR. Dinde bu algı boyutuna KÂBİR ÂLEMİ denmiştir. Renkler dahi beynimizin yarattığı, renksizlik dünyasına ait bir algıdır!