Avını yerken aslanda; ya da aynı işi yapan timsahta akan gözyaşlarının acıma duygusundan kaynaklanmadığını ve doğada acıma kavramının bulunmadığını...
Elmanın ağaçtan, yere olan aşkından düşmediğini...
Cinselliğin hormonal dürtüden gayrı bir şey olmadığını...
Sevgiyle beğeninin; sevdiğinde yok olmayla, beğendiğine sahip olma arzusunun bir olmadığını...
Tanrısallık ve kutsallıkların kozadan çıktıktan sonra hiçbir değeri ve varlığı kalmayacağını...
Toplumsal şartlandırmaların genelde, toplumdan yarar sağlamak isteyenlerin, çıkarları doğrultusunda yönlendirmelerden başka bir şey olmadığını...
“İnsan”ın koza ötesi gerçek evreninin bilinç ve bilgi boyutu olduğunu...
Bilgeliğin kula kullukla elde edilemeyeceğini...
Bilgelerin, kendi önlerinde elpençe divan duran mukallitler ordusuna değil; dediklerini anlayıp, gerçekleri fark edip, “insan” olmaya çalışan bilinçli mukallitlere değer verdiğini...
Bireysel ve bedensel çıkarları için yaşayan insansı ve mukallitlerin boyut değiştirdikten sonra kozalarını asla terk edemeyeceklerini...
Bilgenin bilgilerini değerlendirmenin ötesinde, şefaat olmadığını; kimsenin kimseyi kolundan çekerek bir koltuğa oturtamayacağını; ya da cehenneminden çıkartamayacağını; bunlardan kurtulup bir yerlere gelmenin tek yolunun bilgeliği değerlendirmek olduğunu...
Bilgeliği değerlendirmenin, bilgi ezberlemek olmadığını...
Kutsal kurabiyelere ve tanrılara tapınılarak; kozadan çıkılmadan geçirilen bir ömrün, en büyük ve telâfisiz bir zarar olduğunu...
Ancak “insan” olanın, “Allâh” için yaratılmış olup; kurabiye ve rablerden-tanrılardan yüzçevirip yalnızca “Allâh”a yönelmenin sadece “insan” olana kolaylaştırılmış olduğunu...
“İnsan” olmayanın, paranın ve cinselliğin kulu olarak kozasıyla birlikte -boyut değiştirse de- ebeden dünyasında yaşamını devam ettirip; bilgelik masallarıyla ömür tüketmekten başka eline geçecek bir şey olmadığını...
Yalan-dolan, dedikodu, hakaret gibi mukallitlerde görülen hayvandan öte davranışların bilgisayar bilgeliğiyle eşleşebilmesine rağmen; gerçek bilgelik yaşamıyla hiçbir ilgisi olmadığını...
Siyasi veya dinî veya kültürel otorite kavramının, yaratılmış kutsallık olup; kurabiyelikten öteye geçmediğini...
Bilgiyle “ölmeden evvel ölüp” bilgeliğe doğmayanın, koza dışı evrensellikte yer alamayacağını!..
Bilgeliğin bir yaşam tarzı olup; bilgisayar bilgeliğiyle karıştırılmaması gerektiğini...
“Ehlullâh” diye tanımlanan geçmişteki bilgelerin anlattıklarının, nasıl tanrısallık, kutsallık amacına dönük kullanılıp kurabiye yapıldıklarını...
Ve daha bir nice toplumsal ve bireysel kurabiyenin, yendikten sonra hiçbir değeri kalmayacağını; “insan” olmayana ya da mukallite anlatabilmek çok zordur; diye duymuştum.
Sürçi lisan ettiysek, bağışlana... Garîpliğimize verile!
5.2.1999
NJ – USA