Adalete dayanan devlet, hangi inançta olursa olsun her vatandaşına eşit mesafede olmak zorundadır.
Devletin kimseyi, dinî inançları dolayısıyla zorlama veya yargılama hakkı olamaz!
Tüm insanlar yalnızca Allâh’a karşı sorumludurlar dinî inançları ve bu nedenle yaptıkları dolayısıyla!
Kimse kimseye dinî inancı dolayısıyla hesap vermek zorunda değildir; başkasının kişilik haklarına tecavüz etmedikçe!
Kur’ân, insanlara, hak edindirmek için gelmiştir; ellerindeki hakları almak ya da sâbitlemek üzere değil! Bu sebeple, Kurân’ın verdiği hakları arttırmak “KUR’ÂN RUHU”na ters düşmez; çünkü gelişme ve ilerleme esastır KURÂN’a göre!
Benim anladığım kadarıyla İslâm’da “bildiğin gerçekleri çevren ile paylaşma” vardır ve ana prensip budur. Bilgini paylaştığın kişi, bu bilgiyi aldıktan sonra dilediğini yapar ve sonucunu da kendisi âhirette yaşar… Muhakkak ki, herkes ektiklerini biçecektir.
Bu durumda, mesela, nasıl benim görüşlerime kimsenin tâbi olması gerekmiyorsa; herkes kendi aklıyla kendi yolunu çizmeliyse; ben veya bir başkası da Kur’ân veya Allâh Rasûlü dışında kimseye tâbi olmak ve onun yorumlarına göre yaşamak zorunda değildir.
Herkes, herkesten ilim alır; o ilmi aklıyla değerlendirir; isâbet ettiyse yararını görür; hata ettiyse de sonucuna katlanır!
İslâm Dini, insanların, sürü başını taklit eden koyunlar gibi yaşamasını tavsiye etmez!
Herkes imkanları nispetinde gerçekleri araştırmak ve sonra da düşünerek yaşamak zorundadır.
Niye böyledir?
Çünkü, âhirette mazeret öne sürme olanağı ve mazeret mekanizması yoktur! Sistemde mazeret mekanizması yoktur!
Ne gerekçeyle olursa olsun, yemediğin balın enerjisi vücudunda oluşmaz!.. Bunu çok iyi anlamak gerekir…
Bu yazıda bazı anlayamadıklarım ile, anladığımı düşündüklerim bir araya geldi. Elbette herkesin bir miktar eksiği kusuru vardır…
Lütfen düşündüklerimden dolayı beni bağışlayın; ya da yargılayın!.. Ama bu fakîr de böyle düşünerek gününü tamamlıyor işte…
Karaya doğru giden dümeni kilitlenmiş gemidekinin feryadı bu!
14.5.1999