Beynimizde Ne Olup Bitiyor?
Önceki bölümlerde, Michael Talbot’un “Holografik Evren” kitabında yer alan bazı bilgileri, size özet olarak aktarırkenyazdığımız bir paragrafın, bir hayli zor anlaşıldığı bize ulaştı. Bu konunun içinde yaşadığımız SİSTEME dair bazı bilgileri ihtiva etmesi sebebiyle, aşağıdaki bölümü bu kitaba eklemeyi uygun gördüm.
“Beyinlerimiz, temelde başka boyutlardan, uzay ve zamanın ötesindeki daha derin bir varoluş düzeninden yansıyan frekansları yorumlamak suretiyle nesnel gerçekliği matematiksel olarak oluşturmaktadır: Beyin, holografik bir evrenin içerdiği bir hologramdır.”
Zaman ve mekân kavramlarını ortadan kaldırıp, bir yana koyalım!
“Daha derin bir varoluş düzeni” yani senin varlığının özündeki ana varlık, bize göre mutlak varlık!
Senin geçici, vehmî, göresel, bireysel varlığına “ben” diyorsun ya, “Bir Ben var ya, ben’den içeri!”… Hepimizin özündeki ortak Ben, Mutlak Ben; bu derûnumuzdaki ben!..
Bir ben var, sen var, o var!.. Bir de, ben, sen ve onun özündeki ortak “Ben” var!..
Beyin, mutlak Tek “Ben”in hükmünün, başka boyuttan gönderdiği projeksiyonların girişim frekanslarını; yani, O Ben’in kendi boyutundan gönderdiği projeksiyonların girişim frekanslarını; yani, O Ben’in ortaya çıkmasını istediği görüntüleri, mânâları, mânâları ihtiva eden frekansları, matematiksel olarak değerlendirerek, gördüğümüz yapılara dönüştürür.
Mânâsını bir türlü anlayamadığımız bir cümle var. Dikkat edin, hazmedemediğimiz demiyorum, anlayamadığımız diyorum!..
Nasıl, duşa girdiğimizde üzerimize dökülen su akıp gidiyor ise; üstümüzden akıp giden su gibi, beynimizden de akıp giden bir cümle var!..
Üstümüzden akıp giden suyun, hücrelerimize nüfuz eden miktarı ne kadarsa, bu cümlenin mânâsı da, beynimizde o kadar yer ediyor; ya da hiç etmiyor!
Nedir bu cümle?..
“Allâh, her bir insanı, bir gaye ve bir amaç için yaratmıştır; ki kişi, ancak, o yaradılış amacına uygun olarak kendisine kolaylaştırılmış davranışları ortaya koymak suretiyle, Yaratan’ın yaratış hedefine ulaşır… Ki; bu da onun fıtrî kulluğudur!”
Eğer bu cümlenin mânâsı beynimizde yer ederse; bu cümlenin anlamını idrak edersek; bu anlamı hazmedebilirsek; bizde kızma ve sinirlenme, eksik, yanlış, kusur görme gibi hâller kalmaz!
Biliriz ki, o kişinin yaratılış amacı, senin yanlış dediğin, kusurlu bulduğun davranışı ortaya koymaktır!
Zaten, böyle bir davranışı ortaya koymak amacı ile yaratılmış bir kimseye, “Niye bunu böyle yapıyorsun?” demeye senin hakkın var mı? Sen böbrekten, kalp görevi yapmasını bekleyebilir misin?
İşte bu tek cümle, Kur’ân-ı Kerîm’in anlattığı SİSTEM ve DÜZENİN özü ve özetidir!..
“Allâh’a inanıyorum” diyen kişi, bu cümlenin mânâsını anlayıp, idrak edip, hazmedemediği sürece, taklidî imandadır!..
Bu mânâyı anlayıp, hazmedip, gereğince de yaşadığı zaman ise, tahkikî imana erer, imanın hakikatini yaşar.
Tasavvufla ilgilenen insanların ilk terk etmeleri gereken şey; kızıp sinirlenmektir!..