Tek Dilemişse
Bu açıdan bakınca...
Şayet bir birimde, kendini aşikâr etmeyi murat etmişse... Veya bir birimde kendi Efâl mertebesinin -yani fiillerinin ortaya çıkışının- ötesinde, belli birtakım mânâları görebilmeyi; bu mânâları ortaya çıkaran vasıflara sahip benliği hissedip yaşayabilmeyi; ve nihayet kendi Zât’ını fark etmeyi takdir etmiş ise...
Ki bu ancak ve ancak, TEK’in TAKDİRİ ile gerçekleşir...
İşte o takdirde, Tek’in takdiri üzere, o birim yaşam gayesi olarak yalnızca Tek’e ermeyi hedef alır.
Evvela düşüncede, sonra fiilde, TEK’e ermek uğruna, sahip olduğunu sandığı her şeyden yüz çevirebilir.
Şartlanmalarını, şartlanmaların getirdiği değer yargılarını, bu değer yargılarından doğan duygularını terk eder... Ki zaten isteyerek terk etmese de er geç sonunda terk edecektir! Dünya’da terk edemediğini, cehennem ortamında terk edecektir!
Bunları terk ettiği gibi, bedenden soyutlanmayı da hedef alır. İçki, sigara vb. gibi birtakım alışkanlıkları terk etmenin ötesinde yeme, içme, uyuma, bedenin zevklerine aşırı düşkün olma gibi bağlantılardan da soyutlanmak suretiyle, bilinç boyutunda kendini tanımayı hedef alan çalışmalara başlar. “Laf”ıyla kalmaz!
Bunun neticesinde, bunlardan berî olarak, bilinç boyutunda kendi hakikatini bulduktan sonra, varlıkta, mevcudatta Tek bir ilim sahibi Zât’ın olduğu düşüncesi içinde, vehmî benliğinin zâtının “yok”luğunu fark eder! Böylece “hakiki ben”liğe erişir.
Ancak, bütün bunları gerçekleştirebilmesi için, bu kemâl ile yaşayan birini bulması şarttır.
Çünkü, belli şartlanmalar veya tabiatın istekleri veya vehmî benlik mevcut iken, onun kendi kendine bunu aşabilmesi mümkün değildir.[1]
İşte o kişi, Tek’in takdiri üzere buna ulaşacak ise, kendindeki tüm şartlanmalara dayalı değer yargılarını terk ettirebilecek birini bulur, ki o kişi daha önceden bunlardan arınmıştır.
Zira yüzmeyi, yüzmesini bilen öğretir! Hayatında deniz görmemiş adam eğer, “yüzüyorum ve öğretiyorum” derse; koyver yüzmeye devam etsin!
Dağın başındaki deniz görmemiş çobandan yüzme öğrenilmez!
Evet, o kemâl ehli zâttan bu ilmi iyi idrak edebilirsek, hitabın nereden ve kimden geldiğini görebilirsek, arınmanın şeklini, yolunu yordamını, mahiyetini anlayabilirsek; ve tüm bunların sonucunda da yeterli çalışmayı hakkıyla yapabilirsek varlığımızı Tek’e teslim ederiz!.. İslâm olduğumuzu fark ederiz! “Abdullâh” yani “Allâh’ın kulu” olarak O’nun mânâları bizim aynamızda, O’nun tarafından seyredilir.
Yalnız bilelim ki, arınmanın pahası her şeyinden geçmektir. Sahip olduğun şeylerden geçemeyeceksen, hiç bu işe soyunma! Elbette bunun getireceği acılar, ıstıraplar, sıkıntılar, çileler, kesindir...
Bunun sınavı yukarıdan, yazılı kağıtta test usulü gelmeyecek; malına, etiketine, en yakınlarının başına gelecek çeşitli olaylar şeklinde gelişecektir!
Önce, “varım” deyip, sonra olaylarla karşılaşınca da ağlayıp, başına geleni karşındakinden bilip, “ben bu oyunda yokum” demek, hiçbir kaybını geri getirmez! Üstelik, suçladığın insanların durumuna kendin düşmeden de, bu dünyadan ayrılmazsın!