Holografik Evren
Beyin adını verdiğimiz, hücrelerden ve moleküler bir yapıdan oluşmuş, bilincimizi ortaya çıkaran yapı; esas itibarıyla sonsuz titreşimlerden ibarettir... Holografik bir yapıdır!..
Bakın bu konuda dünyanın en ünlü hocalarından Stanford Üniversitesi Nörofizyoloji kürsüsü eski profesörü olan, Virginia’da Radford Üniversitesi Brain Center -Beyin Merkezi- Başkanlığını yapan Karl Pribram ile fizikçi Einstein’ın öğrencisi olan ve 1992’de vefat eden ünlü fizikçi David Bohm’un en son bilimsel bulgularını inceleyen ve yine aynı yıl sonunda ölen Amerika’lı araştırmacı Michael Talbot, 1992 yılında yayınlanan, Türkiye’de de Ruh ve Madde Yayınları tarafından basılmış olan Holografik Evren (The Holographic Universe) kitabında özetle neler diyor…
BEYİN BİR HOLOGRAMDIR
Öncü Keşif
Bir hologram, tek bir lazer ışığının iki ayrı ışına ayrılmasıyla oluşur. İlk ışın, fotoğrafı çekilecek nesneden sektirilir. Sonra ikinci ışın, ilkinin yansıyan ışığıyla çarpıştırılır. Bu durumda ortaya çıkan girişim deseni daha sonra bir film parçasına kaydedilir.
Çıplak gözle bakıldığında film üzerindeki imgenin, fotoğrafı çekilen nesneyle yakından uzaktan hiçbir benzerliği yoktur. Daha çok, bir havuza atılmış bir avuç çakıl taşının oluşturduğu eş merkezli halkalara benzemektedir. Ancak başka bir lazer ışını (ya da bazen parlak bir ışık kaynağı) filmin içinden geçip onu aydınlatacak olursa orijinal nesnenin üç boyutlu bir imgesi yeniden ortaya çıkar. Böylesi imgelerin üç boyutluluğu, genellikle insanı ürkütecek derecede inandırıcıdır. Bir holografik projeksiyonun çevresinde dolaşabilir ve sanki gerçek bir nesneymiş gibi ona değişik açılardan bakabilirsiniz. Bununla birlikte uzanıp ona dokunmak isterseniz eliniz görüntünün içinden geçip gider, ancak o zaman orada gerçekte hiçbir şey olmadığını anlarsınız.
Hologramın tek şaşırtıcı özelliği üç boyutlu oluşu değildir. Üzerine bir elma imgesi kaydedilmiş bir holografik film parçasını ikiye böler ve sonra bu parçaları lazerle aydınlatacak olursak, her iki yarının da elma imgesinin bütününü kapsamakta olduğunu görürüz! Bu yarım filmleri tekrar tekrar bölerek yine aynı işlemi yineleyecek olursak, bütün elma imgesinin en küçücük parçanın üzerinde bile (parçalar ufaldıkça imgeler biraz flulaşmakla birlikte) yer aldığını görerek yeniden şaşırabiliriz. Normal fotoğrafların tersine, holografik bir film parçasının her ufak parçası, bütünü üzerine kaydedilmiş tüm bilgileri kapsamaktadır. (sayfa 36-37)
Görme Duyumuz da Holografiktir
Bir hologramın “her parçada bütünü” barındıran yapısı, görme korteksinin büyük bir bölümü çıkartılmış deneklerin görme testlerini nasıl olup da başarabildiği konusuna kesin bir yanıt getiriyordu. Eğer beyin bir tür içsel hologram aracılığıyla imgeler oluşturabilme yeteneğine sahipse, bu hologramın çok küçük bir parçası bile gözün gördüğü nesnenin bütününü yeniden oluşturma olanağına sahip olabilirdi. Bu durum, dış dünya ile beynin elektriksel faaliyetleri arasında bire bir ilişkinin varlığına işaret eden hiçbir kanıt bulunmayışının nedenini de açıklıyordu. Yine, eğer beyin görsel bilgi oluşturabilmek için holografik ilkelerden hareket ediyorsa, görülen nesneyle beynin elektriksel faaliyetleri arasında, bir holografik film parçası üzerinde girdaplanan anlamsız girişim desenleriyle filme kaydedilmiş bulunan orijinal imge arasında olduğundan daha fazla bire bir ilişki söz konusu değildi.
Anlaşılamayan şey ise, beynin böyle içsel hologramlar yaratabilmek için ne tür bir dalga benzeri fenomenden yararlanmakta olduğuydu. Pribram bu sorun üzerinde düşünmeye başladıktan hemen sonra olası bir yanıt bulduğuna inandı. Beynin sinir hücreleri ya da nöronları arasında yer alan elektriksel iletişimin tek başlarına oluşmadığı biliniyordu. Nöronların ufak ağaç dalları gibi kolları vardı, bu kollardan birinin ucuna elektriksel bir mesaj ulaştığında hemen dışarıya doğru bu elektriksel mesaj, bir dalganın havuzda yayılmasına benzer bir biçimde yayılıyordu. Nöronlar bir arada yoğun bir deste hâlinde bulunduğu için bu genişleyen elektrik dalgaları -bu aynı zamanda dalga benzeri bir fenomendi- sık sık birbirleriyle kesişiyorlardı. Pribram bunu anımsadığı zaman bu dalgaların kesinlikle, kaleydoskopik ve neredeyse sonsuz diye nitelendirilebilecek girişim desenleri yaratmakta olduklarını fark etti. Beyne holografik niteliklerini işte bu desenler veriyor olmalıydı. “Hologram, dalga benzeri bir yapıda olan beyin hücrelerinin desteğiyle zaten hep oradaydı” diye gözlemini belirtiyordu Pribram, “Yalnızca bizler bunu algılayacak anlayıştan yoksunduk.” (sayfa 42-44)