Evrende var olan her şey içinde, insanın değerlendirebileceği oranda “Şuur”a dolayısıyla “Ruh”a sahip yaratıklar; “İNSAN” ve “CİN”lerdir.
Keza “insan”ın saydığımız diğer yaratıklardan ayrılması; sahip olduğu “Şuur”un gücü ve kapasitesi yönüyle ve bileşimin ötekilerden daha fazla yoğunlaşıp, madde kaydına girmiş olması yönüyle meydana gelmektedir...
Sanıyoruz ki, “Ruh” kelimesinin ne mânâ taşımış olduğunu böylece bir oranda da olsa açıklamış olduk...
“Ruh” hakkında son devrin ünlü tefsirlerinden “Hak dini Kur’ân dili” adındaki eserde, Elmalılı Hamdi Yazır da şu bilgiyi vermektedir ki, dikkat edilirse bizim yazdıklarımızla tam bir uyum hâli vardır:
“RUH denildiği zaman başlıca üç nokta-i nazar mülahaza edilegelmiştir.
- Mabihil hareke, yani hareket başlangıcı,
- Mabihil hayat, yani hayat başlangıcı,
- Mabihil idrak, yani idrak başlangıcı...
Hareket başlangıcı mülahazasıyla RUH, maddenin tam mukabili olarak kuvvet demek olur. Madde veya kuvvet, madde veya RUH denildiği zaman bu mülahaza kastedilir. Bu mânâ RUH’un en umumi, geniş mânâsıdır. Mesela elektrik bu mânâca bir ruh ve her kuvve-i muharrike bir ruh demektir.
Hayat başlangıcı mülahazasıyla RUH ise bundan hususidir. Zira kuvve-i hayatiyye, mutlak kuvveden ehastır. Birisi genel mânâsıyla hayattır ki nebati hayata da yaygın olur. Bu mânâcadır ki, alel-umum nebatta dahi ruh itlak edildiği vâkidir. Birisi de meşhur mânâsıyla hayat, yani hayat-ı hayvaniyyedir ki, hayat-ı insaniye müntehi olur. Bu mânâca RUH, ruh-i nebatiden ehass ve binâenaleyh, onu da mutazammındır.
Sonra idrak mebdei, yani ihsasa iktiran eden vicdanı basitten ma’rifet, taakkul, ilim, irade ve kelâm ve saire gibi en yüksek derecelere kadar alel-umum şuur hâdisatının ve binâenaleyh bir hayat-i maneviyyenin medarı olmak mülahazasıyla RUH gelir ki, RUH’un en mümtaz haysiyyetini ifade eden bu mânânın en bariz tezahürü nefs-i insanîde tecelli ettiğinden, buna ruh-i insanî tesmiye edilmiştir.
Nefsi insanîyi, ruh-u hayvaniden ayırd ettiren ve insanı marifeti Hakk’a iysal ederek kendini ve gayrını bildiren bu ruh hakkındadır ki, “Ve nefahtu fihi min ruhiy” buyurulmuştur... Biz bunu kendisiyle duyar, vicdan, irade, teakul, kelâmı bâtınî gibi eserleriyle tanırız.
Fakat ruhun hakikati, hakikati insaniyenin maverasında olmasaydı, insan â’yanı eşyadan hiçbir hakikati idrak edemez, veya bütün hakikat insandan ibaret olmak lazım gelirdi. Hâlbuki insanın meçhûlatı pek çoktur... Ne kadar olursa olsun bildiği de yok değildir...
Binâenaleyh idrak başlangıcı olan ruh, insanın hayatı cismaniyesinde, bedenine nefh olunan hava, ışık, ısı gibi hayatı maneviyyesinde nefsine nefh olunan bir başlangıçtır; ki nefsi insanînin şâkılesi hidâyet ve dalâletteki hissesi bunun derecei nefhi ile mütenasiptir” (Hak Dini, Cilt: 4; Sayfa:3198-3199)