Niçin..? Çünkü, “vahiy” direkt “Hakk’tan nüzûl”dür!.. Yanılma payı yoktur!
Çünkü, beyin faaliyetlerinin ve verilerinin, o gelenin üzerinde bir rolü yoktur! Direkt olarak beyinde o mânâ oluşur.
Hâlbuki “ilham”da ise, kişinin beyninin açılma kapasitesine göre alıcılık durumu ortaya çıkar...
O kapasitenin oluşumunu meydana getiren yan faktörler Velîde hâsıl olan mânâyı etkileyebilir! Mesela o anda duyguları, istek veya arzuları o gelen nesneye karışabilir... Ve o gelen nesneyi o istikamette değerlendirebilir... İşte bu durum, ilhamda yanılmalara yol açabilir.
Velî yalnız ilham yolu ile birtakım gerçeklere erdiği için; velîye itaat, teslimiyet zorunlu değildir.
Ama Nebi için böyle değildir... Nebideki vahye hiçbir şey karışmaz! Ondan sâdır olan mânâ tamamıyla ilâhî hakikatlerdir.
Demek ki, ilhamda kişinin birtakım yanılmaları, duyguları, arzu veya istekleri, ya da o şeyi alış anındaki ruh hâli yanılmalara yol açabiliyor.
Burada açıklığa kavuşturulması gereken bir başka husus da şudur:
Nebi, ana karnında Nebidir!
“Nübüvveti Târifiye” sahiplerindeki de “vahiy” hükmündedir!
Ancak şimdi burada, bir noktanın açıklığa kavuşturulması gerekir.
Diyelim ki kişi, “Nübüvveti Târifiye” sahibidir... Fakat o görev yüklenmeden evvel, velâyeti hükmüyle yaşar. Görevle birlikte ondaki olay “vahiy” hükmüne dayanır. Fakat zâhiren Nübüvvet görevi açıklanmadığı için aldığına ilham denir. O, doğuşundan görev alışı anına kadar velâyeti hükmüyle yaşar, aldıkları ilhamdır. Görevinin başlamasından itibaren aldığının şekli değişir. Fakat bu değişmeyi de ancak kendisi bilebilir. Başkası dışarıdan bunu bilemez. Çünkü dışarıdan ancak “velâyet” söz konusudur.
Ayrıca o mertebedeki bir kişiyi tanıyabilen de ancak yeryüzünde iki veya üç kişidir. O düzeydeki bir kişi zaten zamanın ya “Gavsı”, ya “Kutb-ul Aktabı” ya da “İnsan-ı Kâmili”dir... Ve o düzeydeki bir kişiyi de ancak ya “Gavs” veya “Kutb-ul Aktab” bilebilir.
Alttakiler, üstlerindekinin kendilerinden üstün bir Velî olduğunu bilir; ama hangi mertebede olduğunu bilemez! Ne olduğunu bilemeyeceği için de alışının ne yoldan, ne şekilde ve ne kadar olduğunu değerlendiremez...
Onu değerlendirmesi de asla mümkün değildir!
Bunu biz de ancak bu kadar anlatabiliriz! Çünkü bu, o mertebe ehline ait olan bir ilimdir.
“Vahiy” ile “ilham”ın önemine ve ağırlığına bir de şu yönüyle işaret edelim…
Mesela siz aklınızla, bazı bilgilere sahipsinizdir. Bu bilgileriniz gereği bir işin böyle olması gerektiğini bilebilirsiniz. Fakat sizin duygularınız ağır basar ve bilmenize rağmen bir türlü o şeyi yapamazsınız.
İşte bu, bir noktada aklın tasarrufunun zayıflığındandır.
“İlham”ın gücüne en güzel misal bildiğimiz rüyalardır. Gece bir rüya gördünüz… Ertesi sabah kalktığınızda hâliniz bambaşka olur!.. Ve o rüyanın tesiri altında, siz o güne kadar yapamadığınız bir işi kolaylıkla yapabilirsiniz... Size bunu yaptırtan, “rüya” dediğiniz “ilham”dır... Yani, o şeyi hissediş sonucu, size o iş kolaylaştırmıştır! İşte bu, “ilham”ın “akla” olan üstünlüğüdür!..
Normal şartlarda “aklınızla” bir gerçeği bilmenize rağmen; duygularınız ya da şartlanmalarınız ağır basarak, o şeyi size yaptırtmaz... Ama o yapamadığınız şeyi gecenin çok kısa bir süresi içinde; 30-40 saniyelik bir sürede gördüğünüz şeyler yani aldığınız ilham, sizi kolaylıkla o işi başarır hâle getirir. İşte bu, bütün yaşamınız boyunca elde ettiğiniz bilgilere, yani aklınıza “ilham”ın galebe çalmasıdır.