EL MUKADDİM... Yaratış amacına göre açığa çıkaracağı Esmâ özelliğine öncelik veren.
EL MUAHHİR... Yarattığında açığa çıkacak olanı Hakiym isminin gereğince erteleyen.
EL EVVEL... Yaratılmış olanın başı, ilk Hâli olan Esmâ Hakikati.
EL ÂHİR... Yaratılmış olanın sonsuza dek bir sonrası.
EZ ZÂHİR... Apaçık ortada olan, Esmâ özelliğiyle algılanmakta olan!
EL BÂTIN... Apaçık ortada olanın algılanamayanı ve Gaybın hakikati. (Evvel Âhir Zâhir Bâtın, HÛ’dur!)
EL VÂLİY... Hükmüne göre yöneten.
EL MÜTEÂLİY... Sonsuz sınırsız yüce; yüceliği her şeye yaygın! Âlemlerdeki hiçbir akıl ve idrakın kapsamıyla, hiçbir fıtratın mahiyet ve yansıtıcılığıyla sınırlanmayan yücelik sahibi.
EL BERR... Fıtratların gereğini kolaylaştırarak oluşmasını sağlayan! Bu konuda vaatlerini yerine getiren.
ET TEVVAB... Hak ve hakikati algılatıp kavratarak, o birimin kendi hakikatine dönüşünü oluşturan. Tövbeyi yaşatır. Yani, birime yaptığı yanlışlardan dönmeyi ve verdiği zararları gidermeyi nasip eder. Bu isim özelliği açığa çıktığında Rahıym isminin özelliğini tetikler. Sonuçta kişinin hakikatinin getirisi olan güzellikleri ve müşahedeyi yaşatır.
EL MÜNTEKIM... Birimdeki, hakikatini yaşamasına engel olan davranışlarının sonuçlarını yaşatan! “Züntikam”, açığa çıkanın sonucunu, hak ettiğini yaşatmaktır. Allâh, intikam almak gibi duygularla vasıflanmaktan münezzehtir! “Şediyd’ül Ikab” ile birlikte kullanıldığında, “Hakikatinin gereğini yaşamaya ters düşen düşünce ve davranışların sonucunu en sert ve keskin bir biçimde yaşatan” anlamına gelir.
EL AFÜVV... Şirk dışında işlenmiş bütün suçların tövbesini kabul edip, affedendir. Şirk hâli yaşamında bu ismin özelliği açığa çıkmaz. Burada fark edilmesi önemli konu şudur. Suçun affı demek, o kişinin af öncesi yaşantısındaki kayıplarının geri kazanılması demek değildir. Geçmişin telâfisi ve kazası yoktur Sünnetullâh’ta!
ER RAÛF... Çok şefkatli, acıyan; kendisine yönelenleri, onlara zarar verip sıkıntıya sokacak davranışlardan koruyan, uzaklaştıran.
EL MÂLİK’ÜL MÜLK... Mülkünde dilediğini tedbir edip, hiçbir birime hesap verme kavramı olmadan dilediğini uygulayan. “De ki: ‘Mülkün Mâlik’i olan Allâh’ım... Mülkü dilediğine verirsin, dilediğinden de mülkü çekip alırsın. Dilediğini aziyz edersin, dilediğini zelil edersin. Hayır senin elindedir. Kesinlikle Sen her şeye Kaadir’sin.’” (3.Âl-u İmran: 26)
ZÜL’CELÂLİ VEL’İKRÂM... “Celâl”iyle açığa çıkardığına “yok”tan var olmuşluğunu kavratarak “yokluğunu” yaşatıp; “İkrâm”ıyla, Esmâ kuvvelerinin kendisinde açığa çıkışını seyrettirerek Bekâ’yı yaşatır.
EL MUKSIT... Ulûhiyeti gereği olarak, her yaratılmışa yaratılış amacına göre hak ettiğini vermek suretiyle adaletini uygular.
EL CÂMİ’... Tüm varlığı “çok boyutlu tek kare resim” olarak ilminde topluca seyreden. Yaratılmışları, yaratılış amaç ve işlevleri doğrultusunda toplayan!
EL ĞANİYY... Esmâ’sının işaret ettiği özelliklerle sınırlanıp kayıtlanmayan ve o vasıflarla etiketlenmekten dahi münezzeh olan; “Ekberiyeti” dolayısıyla! Esmâ’sıyla sayısız sınırsız zengin olan!
EL MUĞNİY... Dilediğini, başkalarından mustağnî kılan, zenginliği yaşatan, kendi zenginliğiyle zengin eden. “Fakr”ın sonucu olan Bekâ’nın güzelliklerini hibe eden...
“Seni hiçbir şeyin yok iken (fakr - “yok”lukta) bulup da zenginliğe (“gına”ya -Bekâ’ya) kavuşturmadık mı (El Ğaniyy kulu yapmadık mı, Âlemlerden Ğaniyy olanın kulluğunu yaşatmadık mı)?” (93.Duha: 8)
“Muhakkak ki ‘HÛ’dur ganî eden de fakîr kılan da.” (53.Necm: 48)
EL MÂNİ’... Hak etmeyene, hak etmediğine erişmesine engel yaratan!
ED DÂRR... Birimlerin sıkılıp bunalarak kendine dönmesi için çeşitli azap veren hâlleri (hastalık, çile, belâ) yaşatan!
EN NÂFİ’... Hayra erişmeye vesile olacak yararlı düşünce ve fiilleri hatıra getirip gereğini uygulatan.
EN NÛR... Her şeyin hakikati olan İlim! Her şeyin aslı Nûr’dur, demek; her şey ilimden ibarettir İlmullâh’ta demektir. Hayat, ilimle vardır. İlim sahipleri Hayy’dır; diridir! İlmi olmayan ise, yaşayan ölüdür.
EL HÂDİY... Hakikate erdiren... Hakikatin gereğini yaşatan! Hakk’ı dillendirten! Hakikate yönlendiren!
EL BEDİY’... Eşi benzeri olmayan güzellikte olup, güzellikleri yaratan! Türleri ve varlıkları herhangi bir örneğe dayanmayan şekilde kendilerine özgü özelliklerle yaratan.
EL BAKIY... Zaman kavramsız, yalnızca var olan.
EL VÂRİS... Sahibi olduklarını geride bırakarak dönüşenlerin, arkada bıraktıklarının sahibi olarak çeşitli isimlerle açığa çıkan! Bir tükenişin ardından yeni bir yapıyla devam eden.
ER REŞİYD... Rüşde erdiren! Birimin hakikatini fark etmesinin sonucu olarak olgunlaşmasını yaratan ve yaşatan!
ES SABÛR... “Eğer Allâh insanları zulümlerinden dolayı sorumlu tutup sonucunu hemen yaşatsaydı; (arz) üzerinde hiçbir DABBE (insan değil insan bedeni) bırakmazdı! Fakat onları hükmedilmiş bir vakte tehir ediyor... Ecelleri geldiği vakit de ne bir saat geri kalırlar, ne de öne geçebilirler.” (16.Nahl: 61) Her yaratılmış olanın amacına uygun işlevini yapmasını bekleyip, o işlevini tamamladıktan sonra sonuçlarını yaşatan. Zâlimin zulmüne müsaade etmesi, yani Sabûr özelliğini açığa çıkarması, hem zâlim hem mazlum yönünden yaşanacak işlevin tam hakkıyla yaşanması ve daha sonra da sonuçlarının oluşması içindir. Belânın büyüğünün açığa çıkması, zulmün büyüğünün oluşmasını gerektirir!
SON HATIRLATMA
Elbette ki “Allâh” ismiyle işaret edilen “EKBER”in “Esmâ ül Hüsnâ”sının anlamları bu kadar dar kapsamlı değildir! Bu yüzdendir ki, uzun yıllardır bu konuya hiç girmemiştim. Çünkü bu konunun hakkının verilmesi muhaldir - olanaksızdır! “ALLÂH İLMİNDEN YANSIMALARLA KUR’ÂN-I KERÎM ÇÖZÜMÜ” dolayısıyla bu konuya girmek zorunda kaldım. Rabbimden bağışlanma dilerim. Bu konuda nice eserler yazılmıştır. Biz bugünkü bakış açımız yönünden kısa ve akılda kalabilecek şekilde konuyu ele aldık. Belki deryadan bir damla sudur bu konudaki anlattıklarımız!
“... SubhanAllâhi amma yesıfun!”
“... Allâh onların tanımlamalarından Subhan’dır (ötedir)!” (23.Mu’minûn: 91)
Bu çalışmamıza nokta koymadan, şu mutlak gerçeği bir kere daha vurgulayalım. Bütün bu açıkladıklarımız ve yazdıklarımız, kişinin kendisini, bedensellikten ve “ben”likten arındırdıktan sonra, “şuurda seyir” boyutunda yaşanacak olan şeylerdir. Bu arınma - tezkiye olmadan, kişinin, bilgileri edinip tekrarlaması bir bilgisayarın tekrarlamasından farklı bir sonucu asla yaşatmaz! Tasavvuf, dedi-kodu olmayıp bir yaşantıdır! Gıybet veya dedikoduyla ömür tüketen, şeytanın süslü gösterdiği amelle kendini avutandır. Kişinin bu bilgileri yaşamasının açık teyidi ise, onun için “yanma”nın kesinlikle bitmiş olup; hiçbir şeyin veya olayın onu üzüp kapsamamasıdır! Kişide şartlanmaların getirdiği değer yargılarına dayalı duygusallık yaşamı ve buna dayalı davranışlar olduğu sürece, o beşeriyetinin kemâlini yaşayan bir birim olarak ve yaptıklarının sonucunu yaşamaya devam ederek ölümsüzlük boyutuna geçer.
Bilgi uygulamak içindir. “Uygulanmayan ilim, insanın sırtındaki yüktür” farkındalığıyla işe kendimizden başlayalım.
Gecenin sonucunda kendimize şu soruyu soralım:
Bilgimize göre, gece uykuda geri dönüşü olmayan yolculuğa hazır mıyız? Dünya’da bizi “yakan” olaylar bitti mi? Huzurlu, mutlu “kulluğu” yaşıyor muyuz? Cevap evetse ne mutlu! Değilse, yarına çok iş var demektir. Bu durumda sabah kalktığımızda, bu gece yatarken mutlu ve hazır olarak yatmak için neler yapmalıyım; diye düşünmemiz gerekmez mi?
Sahip olduğumuzu sandığımız her şeyi geride bırakarak gideceğimizin idrakı içinde günü değerlendirebiliyorsak şükürler olsun.
Ves Selâm.