Zikirde Niçin Arapça Kelimeler Kullanılır?
Zikirden söz edildiği zaman hemen akla takılan ve sorulan bir soru da şudur:
— Niçin biz bu kelimeleri Arapça olarak söyleyelim? Aynı kelimelerin Türkçe karşılığını söylesek olmaz mı? Allâh, sanki Türkçe anlamaz mı ki biz Türkçe okuyamıyoruz?
Elbette, bu sorunun cevabını da vermek böyle bir kitapta, bize düşer! Öyleyse, dilimiz döndüğünce, bunun da izahını yapalım...
Bilelim ki; sesle duyduğumuz bir kelime, yapılan işin en son safhasıdır! Olay beyinde, o anda içten yani kozmik boyuttan veya kozmik âleme ait bir varlıktan gelen; ya da dıştan yani çevremizde algılamakta olduğumuz herhangi bir varlıktan gelen bir impulsla yani bir mikrodalga -ışınsal etki- ile başlar.
Bu gelen etki neticesinde, önce beynin biyomanyetiği, sonra biyoelektriği ve daha sonra da biyoşimik yapısı tesir alır... Biyoşimik yapı aldığı tesirle kendisindeki verileri bir araya getirdikten sonra, çıkan neticeyi tekrar biyoelektrik kata dönüştürerek, ilgili sinir sistemini uyarır ve hangi organla ilgili bir durum söz konusu ise olayı ona aktarır. Ve biz, o organdan yansıyan bir eylem olarak, sonucu algılarız!
Yani esas olan, dışta algıladığımız ses-görüntü değil, bir üst boyutta cereyan eden ışınsal yapı-biyoelektrik-biyoşimik üçlü sistemidir!
Şayet, beynin bu ana çalışma sistemini kavrayabildiysek, anlayacağız ki; önemli olan, kelimenin harf dizilişinden oluşan lisan değil, kelimeleri meydana getiren frekans-titreşimdir!
“Üst Madde” isimli ses ve video sohbetlerimde izah ettiğim üzere, evren ve içinde her boyutta var olan, tüm varlıklar orijini itibarıyla kuantsal kökenli ışınsal varlıklardır. Ve dahi bu ışınsal yapıların her biri, bir anlam taşımaktadır. Ki, bu ışınsal kökenli varlıklar tanımına uygun olarak, salt enerji varlıklar, belli bir anlam taşıyan ve o anlama yönelik görev yapan varlıklar dinde “MELEK” kavramı ile açıklanmıştır. Nitekim, “Melek” kelimesinin aslı “melk”ten gelir ki “güç, kuvvet, enerji” anlamındadır.
İşte, evrensel mânâda her titreşim-frekans bir anlam taşıdığı gibi, beyne ulaşan her kozmik ışın, frekans dahi bir anlam ihtiva eder biçimde evrende yer almakta ve bu yapılar bizim tarafımızdan “MELEK” adıyla bilinmektedir...
İnsan ise, kendi öz gerçeğini, Allâh’ı tanımak için var edilmiş, yeryüzündeki en geniş kapsamlı birimdir. İnsanın kendini bu beden sanması, Kur’ân tâbiriyle “aşağıların en aşağısında var olması”; buna karşılık özünün hükümleriyle yaşaması ise “cennet hayatı” diye tanımlanmasına sebep olduğu için, insana tek bir görev düşmektedir: KENDİNİ ÖZ YAPISINDA TANIMAK!
Bunu da din, “NEFSini bilen RABbini bilir” diye formüllemiştir.
İşte, madde boyutunu asıl sanan beyin, kesitsel algılama araçlarının -beş duyu- kaydından ve onun getirdiği şartlanma blokajından kendini kurtarabildiği takdirde; ışınsal evren gerçeğini fark edip idrak edecek ve o gerçek boyutta, gerçek yerini almak için, gerçek varlığını hissetme arzusu duyacaktır.
Bu arzu, onun ışınsal yapıyla ilintisini güçlendirecek ve neticede fark edecektir ki, kendisinde meydana gelen tüm olaylar, ışınsal anlamların açığa çıkışından başka bir şey değildir.
Yani beyin, ışınsal anlamları, bildiğimiz boyuta transfer eden ve bu arada da, bir yandan bu kavramları bir tür holografik ışınsal bedene yüklerken, diğer yandan da dışarıya yayan muazzam bir cihazdır.
Zikir, ancak işte bu anlattıklarımızın kavranılmasından sonra anlaşılabilecek, idrak edilebilecek bir sebepledir ki, Arapça orijinal kelimelerle yapılan çalışmadır.
Zira, her bir kelime, harf; belli bir frekansın-titreşimin beyinde ses dalgalarına dönüşmüş hâlidir. Her frekans bir anlam taşıdığına göre; kelimeler, belli anlam taşıyan frekansların, ses dalgalarına dönüşmüş hâlidir ki; bu da “zikir kelime ve kavramlarını” oluşturur.
Yani, belirli evrensel anlamlar, kuantsal anlamlar, evrende dalga boyları, titreşimler hâlinde mevcut olduğundan; bunların ses frekansına dönüşmüş hâline de kelimeler dendiğinden; o anlamların titreşimine en uygun kelimeler Arapça olduğu için, zikir kelimeleri Arapça olmuştur.
Dolayısıyla, siz o kelimeyi değiştirdiğiniz zaman, asla o frekansı tutturamaz ve asla, o istenilen frekansın ihtiva ettiği anlama ulaşamazsınız.
İşte bu sebepledir ki...
Kişi, Allâh Rasûlü’nün, Kur’ân-ı Kerîm’in insanlara idrak ettirmek istediği sırlara ermek ve evrensel gerçeklere vâkıf olmak istiyorsa, zikir kelimelerini geldiği gibi, yani Arapça orijinalinde olduğu gibi, tekrarlamak mecburiyetindedir.
Ve en az hayatında bir kere, kesinlikle, Kur’ân-ı Kerîm’i Arapça orijinal kelimeleriyle beyninde tekrar etmek ve bunu RUHUNA yani bir tür holografik ışınsal bedenine yüklemek zorundadır! Ki, ölüm ötesi yaşamında sonsuza dek kendisinde bulunan bu bilgi kaynağından yararlanabilsin!
Ayrıca, bu kelimelerin Arapça olarak orijinaline uygun biçimde tekrar edilmesi zorunluluğunun bir diğer sebebi de şudur: Bu Arapça kelimeleri, eğer Türkçe’ye çevirmeye kalkarsanız, bazen bir sayfa, bazen daha fazla yazmak zorunda kalırsınız; o anlamı verebilmek, o mânâyı kavrayabilmek için. Oysa, bunu tek kelime olarak tekrar imkânı mevcutken!..
Bilmem anlatabildim mi, zikirin neden daima geldiği orijinal lisanıyla yapılması gerektiğini?..