“İşte bu davranışlar, tamamen çevrenin sende oluşturduğu şartlandırmalardan oluşmaktadır. Bu yüzden de önce o davranışların şart olduğu fikrinden kurtarmalısın kendini.”
“Davranışlarımdan mı, yoksa o davranışların gerekliliği fikrinden mi?..”
“İçinde yaşadığın toplumun sana ‘deli’ demesini istemiyorsan; o davranışların gerekliliği fikrinden arınman gerekir!.. Aksi hâlde, şartlanmalardan doğan davranışları terk yoluna gittiğinde, içinde yaşadığın topluma ters düşeceğin için, çok ithamlarla, iftiralarla suçlanır ve hayatını zehir edersin!.. Ve bu tepkiler, sende psikolojik baskılar da meydana getirerek, gayenden uzaklaştırır! Bu sebeple, sen, herkes içinde, onlar gibi davranışlarda bulunma yolunu tatbik ederken; diğer taraftan, idrak sahanda ise, olaylara şartlanmasız olarak bakma yeteneğini elde etme yolunu tutarsın.”
“Yani bir yandan, içinde yaşadığım toplum gibi şartlanmalı davranışlarda bulunacağım; diğer yandan da idrakımı, tüm şartlandırmalardan arındırma yoluna gideceğim..?”
“Evet, birinci kademe bu!..
İkinci kademede, toplumun şartlanmalardan doğan değer yargılarından da kendini arındırmaya çalışacaksın!..
Zira, bu değer yargıları, toplum üstünde egemen olan kişilerin tabiatlarına uygun olarak toplum düzeni için ortaya konulmuş ve o topluma şartlanmalar yoluyla mâl edilmiş hükümlerdir! Bunun, çağınızdaki bir diğer deyimi de ‘kamuoyu oluşturma’dır... Toplumun bireylerini, bir düşünce doğrultusunda şartlandırmaya, ‘kamuoyu oluşturma’ adını takmışsınız... Yani, halkı koşullandırma!..
Senin gerçek kişiliğinin ortaya çıkması için, şartlanmalardan doğmuş olan değer yargılarından da arınman gerekir.”
“Peki ama, benim değer yargılarım neye dayanacak?”
“Mutlaka bir hüküm vermek zorunda mısın?.. Hüküm vermek mecburiyetini neden duyuyorsun? Hiç hüküm vermeden olayları seyretmek elinden gelmez mi?..
Ne olursan ol, hüküm verdiğin zaman, vermiş olduğun bu hüküm, o meseleye bir bakış açısının ifadesi olmaz mı?.. Oysa, senin gerçek benliğinin, bir görüşü, bir açısı olması mümkün müdür?..
Göresel kişilik sahipleri, olaylara bir açıdan bakarlar daima!.. Bu bakış açısı da, onların şartlanmadan doğan bakış açısıdır. Oysa, gerçek kişiliklerine erişmiş kimselerin şartlanmaları yoktur, ki bakış açıları olsun!..
Olaylara, bir açıdan değil de, her yönden bakan ise hükümden kaçınır!.. Çünkü, hükmün özünde, göresellik yatar!.. Bir şeyin böyle olması, o hükmü alması, daima başka bir şeye göredir!..
Ancak gerçekte, ortada olan tek bir gerçek ise, kıyaslanacak ikinci bir şey yok ise, bu durumda hâlâ hükümden söz edilebilir mi?”
“İnan, tam kavrayamadım meseleyi!..”
“Aldırma, zorlama kendini!.. Zamanla, daha iyi nüfuz edersin...”
“Peki, ya o duygulardan arınma aşaması şartlanmanın?”
“Evet, o da çok mühim!..
Dikkatle üzerinde durduğun zaman, pek çok duygunun altında şartlanmaların etkin güç olarak yer aldığını tespit edebilirsin... Mesela, sahip olduğun şeye, başka bir şahıs el attığı zaman, kızarsın!.. Bu kızışının altında, o şeye karşı beslediğin sahiplik duygusu yatar!..
Sahiplik duygusu ise, sende, çevrenin şartlandırdığı hükümlerle meydana gelmiştir!.. Bunun da sebebi, seni çevrenin, bu hükümlerle şartlandırmasıdır!.. Yani, neticede, çevrenin çeşitli hükümlerle seni şartlandırmaları, sende çeşitli duyguların kaynağı olmuştur!
Demek ki senin, temelde çevre şartlandırmalarına dayanan değer yargıları dolayısıyla oluşan duygularından dahi arınman mecburiyeti vardır; ki böylelikle gerçek kişiliğine bir adım daha yaklaşasın!..”