“Ya öldükten sonra?..”
“Bunu daha evvelce de konuşmuştuk ama bir kere daha tekrarlayalım... İnsan adı verilen birim, fikirleriyle ve oluşturduğu ışınsal holografik yapıyla evrende bir yer tutar; ve bedenle alâkası kesildikten sonra, bu yapısıyla hayatına devam eder... Bu defa ki hayatta onu yönlendiren; eski bedenli yaşamındaki bilgileri veya şartlanmalarıdır...”
“Bu bilgilere şartlanma demiyor muyuz?..”
“Bilgi, sende yerini bulur ve onu içinde hissedersen; ve seni tatbikatında aynı neticeye götürürse, bilgidir!.. Ama aldığın bilgi, sende zâhirde kalırsa; veya kısmen tesiri altında kalıp hissediyormuşçasına yaşamana rağmen, bilginin gereğini tatbik edemiyorsan, yahut tatbik ettiğinden netice alamıyorsan, idrak yok, şartlanma var, demektir...
Gelelim öbür noktaya... Evet... Dünya yaşamında, beşeriyet şartlanmasından kendini kurtarıp, özbenliğini bulabilmişsen, özbenliğinin kuvvetleriyle, öbür yapıda yaşamına devam edersin. Yani, sizin lisanınızla, âhirette cennette olursun...
Bu sırra vâkıfsan, ‘Hak’ bildiğin şeyin, kendi ‘özün’ olduğunu idrak etmiş; Hakk’a ait diye bildiğin vasıfların, ‘kendi’ vasıfların olduğunu fark etmiş olursun; ve o vasıfların hakkını vererek yaşamına devam edersin... Bu arada da kendi ‘özüne’ doğru yolculuğun devam eder. Ve nihayet, ‘Tümel Akıl’dan çıkıp; O’nda kendini, kendinde de O’nu bulmuş olarak, çıkış noktana dönmüş olursun!..
Aksi hâlde ise, çeşitli kendine ters gelen hâllerle karşılaşırsın, bunları aşacak kuvvetler verilir ve neticede o kuvvetlerle birtakım gerçekleri idrak edersin, sonunda gene aynı gerçeğe rücu edersin.”
“Ekstra bir soru?.. ‘Özben’liğimi bulabilmem için ne yapmam lazım?..”
“Bütün toplumsal şartlanmalardan; ve onlardan hâsıl olan değer yargılarından; ve de bunlardan oluşan duygulardan kendini arındırman şarttır!..”
“Bunu biraz daha açar mısın lütfen?..”
“Gelenek, görenek, âdet adını taktığınız, örf-anane dediğiniz kurallar, içinizde birer şartlanma olarak meydana gelmekte değil midir?.. Ve hep kendinizi bir ‘beşer’ olarak kabullenmekten doğmakta mıdır?.. Ve bu duygular dahi, hep bu toplumsal şartlanmaların neticesinde hâsıl olmakta mıdır?..
Öyle ise, kendini bulabilmen için, her şeyden evvel; gerek hayvani ve gerekse beşerî duyguları terk etmen gerekir! Ama bu duygular da durup dururken ortaya çıkmaz. Birtakım beşerî ilişkiler sonucunda ortaya çıkar... Beşerî ilişkiler ise, hep o toplumun şartlanmaları istikametinde meydana gelir. O takdirde, senin, her çeşit duygulanmalardan sıyrılabilmen için de, evvela o toplumsal şartlanmalardan sıyrılman gerekir ki; şartlanmalardan doğan olaylar seni etkilemesin ve sende bu yolda duygular edinerek, seni özbenliğinden uzaklaştırmasın.”
“İyi ama, içinde yaşadığın toplumun şartları ve şartlandırması açık!.. Bütün bunlara karşı çıktığın zaman, sana ya deli derler, ya da toplum içinden çıkman gerekmez mi?..”
“Sizden evvelki devirlerde, bu işi insanların arasından uzaklaşmak suretiyle yaparlardı... Belli bir süre dağa, bir mağaraya veya çöle giderler ve orada bu toplumsal şartlanmalardan ve onlardan hâsıl olan duygulardan tümüyle kurtulmanın mücadelesini verirlerdi... Hatta böyle olanlara şu an dahi “deli” dendiği de bir gerçektir. Ne çare ki bunun başka yolu da yoktur... Kesin olarak yoktur, demeyeyim... Vardır, vardır ama çok daha uzun bir zaman alır...
Şöyle ki, içinde yaşadığın topluluğun şartlarına görünüşte uyarsın, onlar görünüşte değer ifade ediyormuş gibi olur!.. Ama sen, iç dünyanda, ne o şartlanmalara tâbisindir, ne de o şartlar senin için bir değer ifade eder. Ve kesinlikle de içinde yaşadığın şartlar, sende bir duygulanma meydana getirmez. Bu da neticeye götürür, ama dediğim gibi hem uzun bir yoldur, hem de çeşitli tehlikeleri vardır.”