“Bunu anlayamadım işte... Enerji, nasıl maddeye kadar dönüşüyor ve sonra tekrar enerji hâline gelebiliyor... Bu biraz karışık geldi...” diye Cem sordu Elf’in sözünü keserek... Elf bu soruyu da cevapladı:
“Aslında fikir yoluyla bunu idrakiniz çok güçtür... Bugün insanların fevkalâde büyük bir kısmı, bundan haberdar bile değildir...
Çok basit bir şekilde izaha çalışayım, belki anlayabilirsiniz...
Kozmik bilinç, yani Tümel akıl; hayalinde bir şeyi var ettiği anda, hayal âleminde o şey enerji olarak açığa çıkar... Bu enerji; dalga boyları dediğimiz kendine has bilinçli birimler, ışınsal yapı hâlinde, çeşitli yoğunlaşma aşamalarından geçerek nihayet atomlaşır... O dahi kitleleşerek, çeşitli, gayesine uygun maddeleri meydana getirir ve nihayet ölümü yani dönüşümü hâsıl olur...
Ölümü hâsıl olduğu anda; gerçekte, o tekrar ışınsal yapıya dönüşmüştür, ama bunu siz tespit edemezsiniz... Ve bu yolun sonunda tekrar enerji hâline gelir ve böylece aslına dönmüş olur... Ve bir sonraki imajın temel elemanı olarak yeni bir oluşum hâline gelmeyi bekler...”
“Valla hiç anlayamadım ben bu işi...” diye Gönül söze karıştı...
Kafası bir acayip olmuştu... Hatta durmuş gibiydi...
Elf devam etti:
“Anlayamamanız son derece doğaldır!.. Bütün bunları anlayabilmeniz için, Gönül’lüğünüzden tamamıyla sıyrılıp; öz yapınızda, evreni kapsayabilecek bilinç düzeyine ulaşmanız gerekir ki, ondan sonra bütün bu sırları müşahede edebilesiniz...
Evet, biz kaldığımız yerden devam edelim... Dünyalarla ve evrenle ilgili gelişmeler, işte bu sistemler içinde oluşur...
İnsan ve Setrililer türünden varlıklarla ilgili gelişmeler de gene iki yoldan olur... Bireysel gelişmeler, toplumsal gelişmeler... Bireysel gelişmeler, sürekli olarak şartlanmalar sonucunda, her an karşılaşılan olaylardır... Toplumsal gelişmeler ise; savaş, deprem, kasırgalar, tayfunlar gibi olaylardır, ki bir toplumu etkiler...”
“Siz bu bireydeki gelişmeleri nasıl anlıyorsunuz?”
“Bu şöyle olur... İnsanlara, iyi−kötü, müsbet−menfi gibi ayırımlar şartlandırılır; ayrıca, onun tabiatına uygun olan şeyler hoş gelir, tabiatına uygun olmayan şeyler de ters gelir...
İşte bu şartlanmalar ve tabiatı, insanı belirli bir yolda çeşitli davranışlara sürükler... Ve bu şekilde de hayatın hareketli bir şekilde devamlılığı olur... Tabii, diğer insanlarla münasebetler, bu şartlanmalar ve tabiata uygunluklar neticesinde gelişir ve cemiyetler meydana gelir... Bunlar gerçekte, benzer şartlanma gruplarıdır.
Bir de toplumsal gelişmeler vardır...
Bunlar ise, insanların içinde bulunan bazı kişiler vasıtasıyla olur. Bu kişiler, kendi hakikatlerini bilmiş olup, öz yapılarının sahip olduğu güçlerle, evrende dilediğini yapabilen, olaylara dilediği şekilde yön verebilen hakiki mânâdaki insanlardır. Bunlar, insanlığın yeryüzünde görülüşünden bu yana mevcut olmuşlardır... Hatta efsanelerdeki, mesela Yunan Tanrıları diye bilinenlerden bazıları bile böyledir!..
Onlar, kendi hakikatlerine vâkıf, öz güçlerini kullanabilme yetisine kavuşmuş kişiler olarak, Dünya üzerinde tasarruflarda bulundukları zaman, hakikate vâkıf olmayan topluluklar tarafından tanrı gibi kabullenilmişlerdir! Çünkü yaptıkları işler, toplum tarafından tanrıya yakıştırılan işlerdir.
Ancak daha sonraki devirlerde, insanlar tanrıyı maddeden uzaklaştırarak imaja soktukları için, aynı işleri yapan kişilere bu defa aziz, rahip, evliya gibi isimler takmışlardır... Ancak gerçeği, bu isimlerden soyutlarsan, hepsinde de aynı esasın geçerli olduğunu görebilirsiniz...
İşte bu gibi kişiler, zaman zaman topluma yeni istikametler tayin için veya yeryüzünde belirli dengeyi sağlamak için, büyük olaylar meydana getirirler... Bunlar da toplumsal gelişmeler olur...”
“Bireysel yaşamda iyi−kötü, hoş−nahoş, sevindirici−üzücü pek çok olaylarla karşılaşıyoruz... Çeşitli inançlara göre de bunlar imtihan veya ceza−mükâfat olarak nitelendiriliyor... Böyle mi?..” diye sorarak Elf’in sözünü kesti burada Gönül…