Mesela, salt enerji hâlinde iken, bu hâli tamamlayıp çok yüksek frekanslı bir dalga boyu olmayı diler... Bu olduktan sonra, daha yoğunlaşmayı diler ve nihayet dönüşümler onu, atom olma hâline getirir... Atom sürecinin bir sonrası, maddeleşmesidir... Maddeleşmeden sonra nebatlaşmaya geçer... Nebatlaşmanın sonu ise insan olması takdir edilenler için, insanların yediği hayvanlardan olmaktır... Ondan sonrası hayvanlık ve nihayet insan vücuduna geçiştir... İnsan vücuduna geçtikten sonra, hedef, bir sperm olabilme aşamasına gelebilmektir. Sperm olduktan sonraki en büyük aşama ise, bir yumurta ile birleşerek, nihayet insanlığa ilk adımı atabilmektir...
Yani senin anlayacağın, bir insanın bu hâle gelmesi aslında dokuz aya değil, çok daha uzun senelere uzanır...”
“Ya ölünce ne oluyor insan?..”
“Şuraya dikkatini çekerim... İlminiz bu hususa bir nebze yaklaşmıştır da... İnsan olduktan sonra, beyin her an devamlı olarak ışın yayar dersiniz... Aslında sizin insan dediğiniz üst yapı, bu şekilde teşekkül eder... Ölüm ötesinde, siz bu ışınlardan oluşan holografik yapınızla, hayatınıza devam edersiniz...”
“Yahu, gene aklımı allak bullak ettin!.. Peki, hani insan; ruh ve bedenden ibaretti; ve beden ölünce, ruh kalıyordu...”
“Öyle ya işte!.. Gene, beden ölünce, yani kullanım dışı kalınca, geride maddesiz olarak bir üst yapı kalıyor ya... Sen buna ‘ruh’ adını ver, ne olur?..”
“Ama ceninin ana rahminde üç kırk geçirmesinden sonra ‘ruh nefh edilmesiyle’ canlı denilen bir hâl alması, şeklinde izah edilen husus var ya!..”
“Bu, o ceninin kendi kendine olan şuuruyla ve kozmik ışınların genetik dizini etkilemesiyle, kendi rotasını çizme idrakının hâsıl olmasından ibarettir[1] . Ama bunu siz dışarıdan anlayamazsınız!.. Bu durumu, ne sizin anlamanız ve ne de ispatı mümkün olamayacağı için, sembolik bir ifade ile o şekilde anlatmışlardır.”
“Peki o durumdaki bir varlık, nasıl bunu tespit edebilir?..”
“İnsan için, iyi veya kötü, güzel veya çirkin sıfatlarını veren bir başkasıdır. Aslında herkes kendine göredir.
İnsanın iyi−kötü tanımlanması, dediğim gibi, bir diğerine göredir... O ceninin de, kendi fıtratına göre bir idrakı ve o idraka göre de bir yolu vardır. Ama o zaman bu, henüz dışarıdan anlaşılmaz... Kişinin tabiatı, yani huyu, karakteri; bu kendi çizdiği yol üzere gelişir... Ve böylece bir şahsiyet ortaya çıkar. İşte bunun başlangıcı, o ceninin dördüncü ayıdır. Ama siz bunu dışarıdan tespit edemezsiniz... Nasıl ki hastalandığınızda, o hastalık birtakım eserleri ile dışa vurup sizi ikaz etmeden anlayamıyorsanız, ama o devreye kadar o mikroplar içten içten yayılıyorsa; o cenindeki iç gelişmeler de buna benzer...”
“Peki insan gerçekten bedenin dışında mı oluşuyor?”
“Bakın, ‘insan’ kelimesi, bir isimden ibarettir; ve siz birtakım vasıfların toplamına, bu ismi veriyorsunuz...
Bizse, ‘birim’ kelimesini kullanırız. Her ‘birim’in gayesi vardır. Bir noktadan çıkar, bir daire çizer ve tekrar o çıktığı noktaya döner. Birim; çıkış noktasından, sadece bir gaye ile, ve bir hedefe yönelik olarak hareket eder... Bu gaye, bazısında kısadır, bazısında uzun. Bazısı çıkış noktasına ışınsal yapıda döner, bazısı atomlaşmadan, bazısı nebatlaşmadan, bazısı hayvanlaşmadan ve nihayet bazısı da insanlaşmadan sonra döner...
İşte bir birim, insanlaşmayı tamamlarsa o zaman ‘insan’ ismine hak kazanır ve bu gibilerin arasında bu isimle anılır. Ama gerçekte o, bu ismi kazanmadan evvel de, bize göre mevcuttur ve bir birim olarak gayesine uygun çizgide yürümektedir.”
[1] Bu konuda geniş kapsamlı bilgiyi “KENDİNİ TANI” ve “İNSAN ve SIRLARI” isimli kitaplarımızda bulabilirsiniz. A.Hulûsi.