Yeniden Okuyalım
Amerika’daki köyümden çıkıp, Londra, Paris, Berlin, Hamburg, Gelsenkirshen, Düsseldorf, Amsterdam turundan ve orada yapılan sohbetlerden sonra, Ramazan’ı geçirmek ve biraz da dinlenmek için geldiğim Türkiye’de, hasbelkader açılan bu pencereden sizlerle beraber olmak benim için ummadığım bir nimet oldu. Şükrederim sizlerle bu samimi beraberliği ve bilgi paylaşımını nasip edene...
Yarın sonuncusu olacak bu sohbetlerden amacım, sizlere akıl öğretmek hiç değil... Zira içinizde benden çok daha akıllılar, konularında benden çok daha bilgililer muhakkak ki vardır...Benim amacım yalnızca, bugüne kadar baktığınızdan daha değişik pencereler de olabileceğini, eldeki seçeneklerle sınırlı olmadığınızı fark ettirmek...
Bu yüzdendir ki, çeşitli konularda, kısa kısa, değişik bakış açılarını paylaştım sizlerle.
Bugün de sizlerle Kurân’dan bazı âyetlerin anladığım kadarıyla anlamlarını paylaşmak istiyorum...
Kur’ân “OKU”mak nasıl olur?
Öncelikle, Kurân’ın, yukarıdaki tahtından Dünya üstünde Mekke’deki insanlara odaklanmış, derdi onlar olup, değişen şartlara göre sürekli buyruklar yollayan bir tanrının hükümleri olmadığını çok iyi anlamak gerekir.
Kurân’ı ciddi, tutarlı, mantıksal bütünlük içinde bir bilgi ve sırlar hazinesi olarak anlamak istiyorsak, bunun için bizim de tutarlı, mantıksal bütünlük içindeo bilgiyi değerlendirmemiz zorunludur.
Bu yüzden de Kurân’ın tümüyle mantıksal bütünlük içinde inzâl olmuş vahiylerden meydana gelmiş olduğunu fark etmek zorundayız.
Kurân’da çelişki görürsek, bu onda çelişki olmasından değil, bizim Kurân’ın RUHUNU ve bütünselliğini anlayamamamızdan kaynaklanır.
Kurân’ı anlamanın yolu; onu temelinden anlayıp her bilgiyi daha sonra bu temel fikirlere göre değerlendirmekten geçer.
Misal vereyim... İhlâs Sûresi “ismi ALLÂH olanın” mutlak tekilliğini ve gayrının olmadığını vurgularken, siz kalkıp bir başka âyetteki anlatıma göre olayda kul-tanrı düalizmi algılıyorsanız, bu sizin, olayda mantıksal bütünlük ve derinlikli ve kapsamlı bakışa sahip olmadığınızı gösterir.
Kurân’da yazılı olanların da neye işaret ettiğini anlamak için, O Kitabın ÖNCELİKLE neyi anlatmak istediğini kavramalısınız!..
Geçmiş hikâyeleri, olayları değil; bir düşünce, bir bakış açısını, bir değerlendirme sistemini açıkladığını fark edip kavramalısınız! Bundan sonradır ki, anlatılan bütün olayların neyi fark ettirmek istediğini kavrayabilesiniz!
Bilir misiniz Kurân’ın en çok sevdiğim bölümleri nereleridir?..
Elime aldığım anda aklıma, mantığıma ters gelen, yanlış gördüğüm bölümleri! İşte bütün sırlar o bölümlerdedir!
Sınırlı ve şartlanmış göreli mantığım, ne zaman nereyi kendine uyduramasa, tecrübemle hemen anlarım ki orada sırlar gizli!.. Bilirim orada bir “GİZ”li GÜLŞEN olduğunu ve dalarım içine!
İnsanlar çoğunlukla, düşünmeden kabul ettiklerini tasdik ettirmek amacıyla bakarlar Kur’ân meâllerine! Ben ise her defasında, fark etmemiş olduğum bir başka GERÇEĞİ okumak amacıyla önyargısız elime alırım Kurân’ı...
Önyargılı yaklaşıp, duyduğunu tasdik ettirmek için meâllere “bakan”lar, beyinlerine tek kelime girmeden kapatıp koyarlar kitabı daha sonra da bir yana!
Kur’ân okumanın edebi, her eline alışta, ilk defa açıyormuşcasına içine girip, defalarca okumuş bile olsan, hiçbir şey bilmiyormuşcasına orada yazılı olanı okuyup ne dediğini, neye işaret ettiğini anlamaya çalışmaktır!
Bu yüzdendir ki Kurân’ı anlamak için önce temel âyetlere göre olayın ana çelik karkasını inşa edecek, sonra da bu ana yapıya göre diğer konuları yerleştireceksiniz... Ki konu tam bir bütünsellik içinde algılanabilsin. Aksi takdirde, Kurân’ı bir bütünsel bilgi kitabı olarak değil, kopuk kopuk anlayışa göre farklılıklar gösteren çelişkili bir düzenleme olarak kabul noktasına gelirsiniz. Ya da hiç düşünmeden, taklit yollu “bu tanrımızdandır, hepsi doğrudur” deyip hiç düşünmeden kabullenmek noktasında yaşarsınız.
Oysa sizden Kurân’ı aklınızla değerlendirmeniz, üzerinde fikir yürütüp işaret yollu anlatılanların neyi göstermek istediğini fark etmeniz istenmektedir. Zira Kur’ân, size dışardan empoze edilen bir şey değil, varlığınızdaki bir hakikatin size dışardan hatırlatılmasıdır.
Özünüzdekinin size seslenişidir!
Bu arada bir önemli konuya da değinmeden geçemeyeceğim...
Birileri çıkıp Kur’ân latince harflerle okunamaz diyerek, Arapça harflerle yazılmışı okumasını bilmeyenlere bu yolu kapamaktadır!
Taklit ehli olanlar da hemen bu fetvayı tekrar etmeye başlıyorlar.
Anlatayım efendim... Önce bir Türk’ün hele 30’undan 40’ından sonra, ayın çatlatarak, gayın gatlatarak Kur’ân okuması kolay kolay mümkün değildir. Tıpkı bir Fransız gibi Fransızcayı telaffuz edemeyeceğimiz gibi... Sizi bilmem ama ben küçük yaşta Amerika’da yetişmediğim için İngilizceyi de ana dili “Amerikanca” olan Amerikalı gibi konuşamam. Arap gibi harfleri çatlatamam. Bu bir...
İkincisi ve esas önemli yanı...
Kelimeler beyinde tekrarlanır ve sonra dile düşer! Bunu lütfen iyi anlayın!
Göz harf şekillerini beyne ulaştırır bir elektrik sinyali olarak, belli dalga boyu olarak. Beyin o dalgayı deşifre ederek veritabanındaki harflere benzetir ve hayal merkezinde Musavvir ismi mânâsınca sûretlendirir, görüntüye dönüştürür ve sonra da dile yollar gırtlaktan geçirerek!
Dil, olayın en son safhasıdır. Önemli olan beynin, o kendisine gelen mesajı şekillendirmesi değil, oradaki anlamı deşifre etmesidir.Buraya kadar olan işlem dünyanın her yerindeki insanda ortak işlem iken, gırtlaktan dile uzanan kısım yöreye göre değişkendir.
Önemli olan beyne ulaşanın anlamıdır düşünen beyinler için. Olayın anlamsal derinliğine giremeyenlerise dile veya göze dayalı materyalist bakışla konuları değerlendirirler dini anlarken!
Dolayısıyla siz, Kur’ân kelimelerini kolayınıza gelen kelimeler hangi harfle yazılmış olursa olsun, okuyunuz ve esas önemli olan yanı, o kelimelerin anlamlarını değerlendirmeye çalışınız. Bizim kırk küsur yıllık incelemelerimizin bizde oluşturduğu kanaat budur.