Neleri Kaçırdınız? (Faytoncu)
Adam otomobiliyle mola vermiş kasabanın girişindeki faytoncunun önünde...
Selâm vermiş faytoncuya... Fayton imalatçısı güleryüzle karşılamış onu, elindeki işi bırakmadan... Bir yandan da yabancının geldiği beyaz otomobiline bakmış yan gözle... Sonra burun kıvırıp konuşmuş...
“Bak bey, bu şeytan arabaları tehlikelidir! Siz şehirliler pek meraklısınız ama bunlar başınıza iş açar! Hızlıdır benim faytonlardan ama sonra devriliverir maazallâh! Bizim faytonlar salıncak yaylıdır, rahattır... Oturağını yumuşak yaparım ben... Tekerlekleri de böyüktür benim faytonun, bir dönüşte epey yol kat eder! Burdan kalktın mı soluksuz şehre kadar gidersin de, bana mısın demez! Benzinim bitti derdi de yoktur! Üstündeki tente hem yağmurdan korur, hem de güneşten. İstersen açarsın tentesini, üstü açık da gidersin, etrafını seyrede seyrede... Dizginleri özel deridendir. Hem sağlamdır hem ellerini acıtmaz... Hemi bunlar çift beygirlidir... Git gidebildiğin kadar... Hem bu faytonlar çok bilimseldir. Tekerleğin çapını hesap etmek, dengesini hesap etmek, ne kadar yüksek olması gerektiğini hesap etmek, hep bilim işidir! Biz bilimsel çalışırız. Biz inanmışız bu işe ama biliminden de asla geri kalmayız faytonculuğun!”
Onlar böyle konuşurken yabancıyı gören kasabalılar da toplanmış çevrelerine; kafa sallayarak tasdik ediyorlarmış faytoncuyu...
Faytoncu onlardan aldığı bu destekle, daha da methetmeye başlamış faytonunu... Faytonun rahat huzurlu bir sürüşü olduğunu... Kasabalıların çevredeki köylere faytonla zevkle gidip geldiğini; faytonun arkasındaki dolapta eşyaların taşındığını... Kısacası faytonun ne kadar fazileti varsa hepsini sıralamış...
Kasabalılar da bu bilgiç fayton imalatçısını zevkle kendilerinden geçerek âdeta huşu içinde dinlemişler, keyiflenmişler... Övünmüşler içlerinden böyle bilgiç faytoncuları olduğu için...
Ama hoşgörülü ve sevgi dolu oldukları için de, beyaz metal yığını arabasıyla gelen yabancıyı kırmamışlar. Ayran ikram etmişler...
Yabancı sessizce seyretmiş kasabalıları...
Sessizce dinlemiş kasabanın bilgiç fayton imalatçısını...
“Haklısın efendi” demiş fayton imalatçısına... “Çok güzel işler başarıyorsun... Allâh gücünü kuvvetini arttırsın... Ne güzel; sen mutlu, hemşerilerin mutlu... Huzur afiyetle yaşayın” demiş...
Sonra kalkmış yerinden... Yürüyüp beyaz arabasına binmiş...
16 saniyede hard top tepesini açmış otonun... Vites koluna parmağını dokundurup arabayı çalıştırmış. “Navigation” ekranından arabanın arkasına takılan çoluk çocuk olup olmadığını kontrol etmiş. Sonra da arabanın içinden el sallayıp, “Allâh’a ısmarladık” demiş kasabalılara...
7 vitesli 493 beygirli, 2000 devirde 516 tork arabasının gazına basıp sessizce gözden kaybolmuş 5–6 saniye içinde!..
Kasabalılar cin görmüş gibi bakan gözlerle arkasında tozunu gördükleri arabanın gidişini şaşkın seyretmişler...
Faytoncu, hâlâ faziletinden ve güzelliğinden söz etmedeymiş kasabalılara sanki o yabancı hiç oraya gelmemiş gibi...
Kasabalılar da zevk ve hayranlıkla dinliyorlarmış faytoncuyu, uğrayan yabancıyı hiç görmemişcesine...
İşte size yine bir hikâye anlatarak gönlünüzü hoş ettim sanırım...
Ha bir de şu geldi aklıma... Hani İslâm Dini’ni beğenmeyip Budizm ve diğer bu tür inançlar peşinde koşanlardan söz etmiştim geçen konuşmalarımdan birinde... Tasavvufun hası Budizmdeymiş falan... İnsan nirvanaya ulaşacakmış kendi içinden “Ommmmmmm” diyerek...
Canlarım benim!.. Ortadaki Müslümanlığa bakıp, “İslâm” budur sanan aydınsı canlar! Ya Budizmde çare arıyorlar ya da Hristiyanlıkta İsa’ya tapınma yolunu seçiyorlar... Tanrının oğlu gelip onları uzay gemisine bindirip babasının yanına götürecek ya!
Ama ne yapsınlar?.. Düşünün bir... İnsaf edin...
İslâm Dini diye, uzayda yukarıda bir yere oturtulmuş tanrılı, “yukarıda Allâh var” anlayışı, iki kefeli terazide tartılacak günahlar, sevaplar; buyruğuna karşı çıkanı, Ebu Cehil, Ebu Leheb gibi giyinmeyeni, sakal bırakmayanı “sünnete uymadı diye” cehenneme atacak din anlayışı... 1400 senede onyüzbin tane fetva ile oluşmuş bir şeriat anlayışı!..
Ne yapsın bu adamlar bir yerlere kapağı atmayıp da!
Bütün bu toz bulutu ardında parlayan İslâm güneşi nasıl görülebilsin!
İnsanların benim gibi kırk küsur senesini bu işin hakikatini bulmaya hasredecek şartları yok ki!
Oysa, hangi anlayışta olursa olsun kıyamete kadar gelecek bütün insanlara hitap edecek kapsamda bir Kur’ân ve Din güneşi, insanlığın üstünde parlamakta!
Güneş istediği kadar güneş olsun, bulutlar göğü kapladı mı, güneşi göremez olursunuz ufkunuz da tepeniz de kararır! Hatta öyle olur ki önünüzü bile göremez olursunuz! Tek çare o kapkara bulutlu yöreden, açık bulutsuz yörelere gitmektir...
Rasûlullâh güneşi, bağnaz, derinliksiz, şekilci, militarist kafalı dindarlık bulutlarıyla örtülünce de, insanlar o anlayış yöresinden uzaklaşmak için nereye kaçacaklarını bilemiyorlar yıllardır... Kimi Budizme, kimi Hristiyanlığa hoşgörü ve sevgisi yüzünden!
Oysa insanlar bir görebilseler Rasûlullâh güneşini...
“Kolaylaştırın zorlaştırmayın, sevdirin nefret ettirmeyin” diyen o sevgi abidesini... Hayatını insanların geleceklerinin kurtulmasına adayan o muhteşem insanı bir görebilseniz...
“Yukarıda tanrı yok, boş yere olmayan şeye tapınıp dışardakinden bir şey beklemeyin. ALLÂH adıyla her noktada ve zerrede var olanı dışarda değil kendi varlığınızda, özünüzde, kalbinizde, şuurunuzda, sırrınızda, hafînizde, ahfânızda arayın ve ona erin ki eriyesiniz” demeye çalışan o muhteşem Zâtı bir fark edebilsek!
İster erkek ol ister kadın, sen yeryüzünde halifesin; Allâh isimlerinin anlamını dışa taşıyan varlık olarak, güzelliğini sana fark ettirmek isteyen o Allâh Rasûlü’nü bir anlayabilsek...
“İki müslüman birbirine kılıç çekerse, ölen de öldüren de cehennemdedir!” diyen...