Fantom Uzuvları Algılama Olayı ve “Dışımızdaki Dünya”yı Nasıl Oluşturuyoruz?
Çoğumuz için aşk, açlık, öfke ve bu gibi duyguların birer iç gerçeklik olduğu ve bir orkestranın çıkarttığı ses, Güneş’in sıcaklığı, fırındaki ekmeğin kokusu ve bu gibi diğer duyumların da dışsal gerçeklikler olduğu açıktır. Ancak, beynimizin bu iki gerçeklik arasında bir ayırım yapmamızı nasıl sağladığı o denli açık değildir. Örneğin Pribram, bir kişiye baktığımızda o kişinin imgesinin gerçekte gözümüzdeki retina tabakasının yüzeyinde bulunduğuna işaret ediyor. Bununla birlikte biz o kişiyi retinamızın üzerindeymiş gibi algılamayız. Biz bütün bu imgelerin “dışımızdaki dünya”nın içinde bulunduğunu algılıyoruz. Aynı biçimde, ayak parmağımızı bir yere vurduğumuz zaman acıyı parmağımızda algılıyoruz. Ama acı gerçekte ayağımızda değildir. Acı gerçekte beynimizin bir yerlerinde yer alan nörofizyolojik bir süreçtir. Öyleyse beynimiz, hepsi de içsel olan sayısız nörofizyolojik süreci nasıl oluyor da bize kendi dışsal deneyimimiz gibi yansıtıyor ve bazı deneyimlerin içsel, bazılarının da gri maddemizin sınırları dışında yer almakta olduğunu düşündürterek bizi aldatıyor?
Bir hologramın en başta gelen özelliği, bir nesneyi orada olmadığı hâlde, oradaymış gibi gösteren bir illüzyon yaratmaktır. Daha önce de anlatıldığı gibi, bir holograma baktığınızda onun mekânda bir yer kapladığına inanabilirsiniz, ancak elinizi içinden geçirecek olursanız, gerçekte orada bulunmadığını anlarsınız. Buna karşın, duyumlarınız size ne derse desin, yeryüzündeki hiçbir âlet, hologramın havada salınır gibi durduğu yerde herhangi bir anormal enerji ya da varlığın yer aldığını saptayamaz. Çünkü hologram sanal, orada olmadığı hâlde varmış gibi görünen bir imgedir ve uzayda kapladığı yer, ancak bir aynada gördüğünüz kendi üç boyutlu görüntünüz kadardır. Aynadaki imgenin aynanın arkasındaki gümüşsü yüzeyin üzerinde yer alması gibi, bir hologramın gerçek yeri de her zaman için, kaydedilmiş olduğu film yüzeyine sürülmüş ışığa duyarlı incecik tabakanın üzerindedir.
Beynin, içsel süreçlerimizin beden dışında bulunmakta olduğu sanısını vererek bizi aldatmakta olduğunu kanıtlayan başka bir bulgunun sahibi de Nobel ödüllü fizyolog Georg von Bekesy’dir. 1960’ların sonlarında gerçekleştirdiği bir dizi deneyde Bekesy, gözleri bağlanmış deneklerin dizleri üzerine vibratörler yerleştirmişti. Sonra bu araçların yaydığı titreşimleri çeşitlendirip farklılaştırdı. Bu durumda deneklerinin, titreşim kaynağı noktanın bir dizden diğerine sıçramakta olduğunu duyumsadıklarını gördü. Deneklerin, giderek, titreşim kaynağını iki dizlerinin arasındaki boşlukta bile algıladıkları görüldü. Sözün kısası, Bekesy, insanoğlunun hiçbir duyum alıcısının yer almadığı uzaysal mekânlardan bile duyum algılamakta olduğunu sergiledi.
Pribram, Bekesy’nin çalışmasının holografik görüşle uyumlu olduğuna ve girişim yapan dalga cephelerinin -ya da Bekesy’nin örneğinde olduğu gibi, fiziksel titreşimlerin girişim yapan kaynaklarının- beynin kendi deneyimlerinden bazılarının bedenin fiziksel sınırlarının ötesinde lokalize edebilmesine ek bir örnek oluşturduğuna inanmaktadır. Bu sürecin aynı zamanda, bazı kişilerin fantom uzuvlarının duyumsamaları -bir organı kesilmiş olan bazı kişilerin yitirdikleri bir kolu ya da bacağı sanki yerindeymiş gibi algılamaları- olayını da açıklayabileceğini ileri sürüyor. Bu gibi bireyler, söz konusu fantom uzuvlarında insanı ürkütecek gerçeklikte kramplar, ağrılar ve kaşıntılar duyumsamaktadırlar; ama belki de onların deneyimlediği, beyinlerinin girişim desenlerinde hâlâ kayıtlı bulunan o organlarının holografik anısıdır. (sayfa 49-51)
Pribram, Bohm’la Karşılaşıyor
Pribram’a gelince o, 1970’lere dek kuramını doğrulayan yeterince kanıt birikiminin sağlandığı düşüncesindedir. Buna ek olarak düşüncelerini laboratuvara getirmiş ve motor korteksindeki tekil sinirlerin özel olarak belirli bir dalga genişliğindeki frekanslara karşı duyarlı olduğunu görmüştür ve bu da vardığı sonuçları destekleyen başka bir kanıttır. Onu rahatsız etmeye başlayan soru ise şuydu: Eğer beyinlerimizdeki gerçeklik görüntüsü aslında bir görüntü değil de, bir hologramsa, bu neyin hologramıydı? Bu sorunun yarattığı açmaz, bir masa başında oturan bir grup insanın polaroid bir fotoğrafını çektikten sonra fotoğraf kartının üzerinde bir grup insan yerine leke hâlindeki girişim desenleriyle karşılaşmaya benzer. Her iki durumda da kişi şu soruyu sormakta haklıdır: “Hakiki gerçeklik nedir? Gözlemci tarafından gözlenen ve görünüşe göre olan nesnel dünya mı, yoksa kamera/beyin tarafından kayıtlanan girişim desenlerinden oluşan bu leke mi?”