Allâh, tüm bu mânâlardan Ğaniyy’dir, münezzeh’tir... Yani, açığa çıkan bu mânâlara dayanılarak, “Allâh böyledir”; ya da “Allâh bu kadardır” diye düşünülemez! Tıpkı yapmış olduğu binlerce resimden yalnızca birine göre ressam hakkında hüküm verilememesi gibi!
Eğer bütün bu açıkladıklarımızı kavrayabilirsek, o zaman görürüz ki, elimizden geleni yapmak suretiyle, bu ilmin getirdiği son hedefe ulaşmak yolunda en büyük çabayı ve gayreti göstermek mecburiyetindeyiz.
Eğer, bu anlatılanları idrak edebiliyorsak, muhtemeldir ki, onun gereği olan fiilleri uygulamak da bizim için mümkün olabilir...
Nasıl ki;
“Allâh, kabul etmeyeceği duayı, kuluna ettirmez!”
“...Kuluna ettirdiği duaya da mutlaka icabet eder...” deniyor.
Eğer bu anlatılan mânâları idrak kapasitesini de bize vermişse, büyük bir ihtimalle o mânâları bizde oluşturacak olayların içinden geçerek torna ve tesviye olup, o mânâlara uygun yapıya kavuşmamız da mümkün olur.
Öyle ise...
Öncelikle “nefs”imizi saflaştıralım; bedenin ve beş duyunun getirdiği kayıtlardan arıtıp, bilinç boyutunda mânâlar evrenine sıçrama yapalım!
Dua edelim!.. Yani, düşüncelerimizi bu hedefe kilitleyelim...
Böylece bütün duygularımızı, bedensel istek ve arzularımızı bu düşünce boyutundaki hedefe gitmek suretiyle kontrol altına alalım...
Elbette ki bütün bunlar, bu gaye için yaratılmış olana kolaylaştırılmıştır...
Yani, hakkımızda takdir edilmiş ise, bütün bunlar bize çok kolay gelecektir!
Peki nedir bu “TAKDİR”?..