“Rabbin meleklere: ‘Ben arzda (bedende) bir halife (Esmâ mertebesinin farkındalığıyla yaşayan şuur sahibi) meydana getireceğim’ dedi…” (2.Bakara: 30) âyeti de, Onun yeryüzünde varoluşunun apaçık ispatıdır!
Bizler gibi bir madde bedeni mevcuttu!.. Bu sebeple de bulunduğu yere “yeryüzü cenneti” denmekteydi!
Ancak yeryüzünde yaşamasına rağmen, bizim bugün elde edemediğimiz ilâhî kuvvelerle, pek çok isteklerini gerçekleştirebiliyordu...
Çünkü kendisindeki ilâhî güçlerin açığa çıkmasını engelleyen “VEHİM” duygusu oluşmamıştı!
VEHİM duygusu insanda mevcut bulunan en büyük şerr güçtür!
Var olmayan ya da var olması mümkün olmayan şeyleri imkân dâhilinde göstererek bilinci âdeta esir eder! Tüm korkuların, endişelerin, sıkıntıların kökeninde vehim yatar!
“Negatif varsayım” diye günümüz diline çevirebileceğimiz bu deyimin insan yaşamındaki yeri, hiç kimsenin tahmin edemeyeceği kadar büyüktür!
Eğer kişi VEHİM duygusunu kontrol altına alabilirse, yaşamı âdeta cennet yaşamına döner... Buna karşılık insan, vehminin esiri olursa, yaşamı artık bir cehennemdir!
Var olmayanı varsandıran; var olanı da görmezlikten getiren kuvvettir “VEHİM”!
İnsan, VEHİM hükmü altına girmemiş bir akılla herhangi bir şey düşünüp, o şeyi yapmaya karar verirse; ve bu hususta da azîmli olursa, normal şartlara göre imkânsız olan o şeyi mümkün hâle getirebilir!
Ve sanki bir madde bedeni yokmuşcasına özgür bir yaşam sürebilir... Sanki cennetteymişcesine!..
İşte yeryüzünde yaratılmış olan Âdem (aleyhisselâm) da, VEHİM duygusunu tatmadan yaşadığı için, bulunduğu ortam “yeryüzü cenneti” olarak tanımlanıyordu...
Şu gördüğümüz, içinde yaşadığımız nizam, gerçeği itibarıyla, ilâhî hükmün aşikâre çıktığı bir nizam ve düzendir.
Kâinatın ve evren içindeki her birim...
Dikkat edin, burada “birim” kelimesi özellikle üzerinde durulması gereken bir kelimedir; zira insan, melek, cin, hayvan, nebat hep “birim” kelimesinin içine girer...
Evet, her birim, gerçek mânâsıyla Allâh’a kulluk hâlindedir. İnsanlar ve cinler için zaten bu, Kurân’da çok açık ve seçik vurgulanmıştır.
“BEN CİNİ VE İNSİ YALNIZCA (Esmâ özelliklerimi açığa çıkarmak suretiyle) KULLUK ETMELERİ İÇİN YARATTIM!” (51.Zâriyat: 56)
Allâh’ın bir gaye için yarattığının, o gayeye hizmet vermemesi mümkün değildir!.. Muhaldir!
Dikkat ediniz, buradaki âyette hiçbir sınırlama yoktur!..
“Müminleri kulluk etsinler diye yarattım” demiyor!.. “Sadece insanları...” da demiyor!..
“Cinleri...” diyor.
“Cinleri...” dediği zaman, “şeytan ve İblis” tavsifleriyle anlatılan tüm cinler dahi bunun içine giriyor!
Melekler,zaten mutlak kulluk hâlinde!.. Bütün melekler doğal olarak Allâh hükümlerinin gereğini uyguluyor, yerine getiriyor... Onlar için zaten tartışma yok.
“İnsanlar ve cinler” için, acaba kulluğu yerine getiriyor mu getirmiyor mu tartışması var! Hâlbuki bu tartışma da abes!
Âyet var Kur’ân-ı Kerîm’de!
Âyete göre “İNS” ve “CİN” türleri istisnasız ve sınırlamasız hepsi de ALLÂH’a kulluk etmeleri için yaratılmıştır.
Allâh bir nesneyi, bir birimi ne iş için yaratmışsa, o birim yaratılış gayesinin gereğini mutlaka, olduğu gibi yerine getirecektir! Bunda hiçbir tereddüt yoktur!
İşte bu yüzdendir ki, Allâh muradına uygun olarak yaratılmış olan bütün varlıklar, Allâh’ın dileğine uygun olarak, gereken fiilleri ortaya koymaktadırlar.
Bu “Din”dir ve “İslâm”dır.
Onun içindir ki âyette: “Kesinlikle Allâh indînde din İslâm’dır” denmiştir.
Ve ayrıca vurgulanmıştır ki:
“KİM İSLÂM’DAN (teslim olunmuşluğun idrakından) BAŞKA BİR DİN (sistem ve düzen) ARAYIŞINDAYSA, BU GEÇERSİZDİR!..” (3.Âl-u İmran: 85)