Hedefe varmak için, yolda gerekli olan araçtır İMAN!.. Yolcunun ihtiyaç duyduğu bir hâldir...
Nasıl, akıl seni bir noktaya kadar götürür ve sonuçta da belli bir hedefe erdirirse; aklın durduğu yerde de iman başlarsa; iman da, sana belli bir aşamayı yaptırıp, belli bir hakikati gösterinceye kadardır!
O hakikati gördükten sonra, artık o hakikate karşı imana da gerek kalmaz!
İman; aklının eremediğini kabul etmektir, inanmaktır. Gördüğün bir şeye artık iman olmaz!..
İman görmediğini kabullenmektir, inanmaktır! Gözünün önünde olan; görmekte olduğun bir şeye, artık “iman” diye bir kavram kalmaz.
İşte o noktaya geldiğin zaman iman terk edilir!.. Ne olur..?
İşte o zamanki hâlin adına “İKÂN” demişler!
İman biter... İKÂN başlar!
İKÂN, basîretinin görüşü ve tasdikidir!.. Yani, gördüğünün gereğini yaşamaktır.
Hazreti Âli’nin şu sözü, “yakîn” hâli olan ikânın apaçık tarifidir...
“Gözümdeki perde kalksa da yakînim artmaz!”
Yani, gerçeğe öylesine vâkıfım ki, gözümle görmem buna bir ilave sağlamaz... İşte bu “yakîn” hâline “İKÂN” denir...
Önce akılla gidiyorsun... Sonra, akıl imana dönüyor, teslimiyete giriyor...
Teslimiyette, imanın gereğini yaşıyorsun... Görmediğin hâlde, o şeyi kabul edip onun gereğini yaşıyorsun...
Bunun neticesine geldiğin zaman orada “iman”ı da terk ediyorsun! Niye..? Çünkü yaptığın çalışmalar sonucunda iman ettiğin şeyi görür hâle geliyorsun... İşte bunu yaşadığın zamanki hâlin adı “ikân”dır.
Kurân’da Bakara Sûresi’nin hemen başında “İKÂN SAHİPLERİ” der.
Ne var ki insanların pek azı “İKÂN” sahibidir!..
Allâh âyetleri yani işaretleri, alâmetleri apaçık ortada iken; bunları göremezler ve İKÂN'a eremezler!
“O hüküm (kıyametleri veya genel kıyamet öncesi) onlara eriştiğinde, onlar için Dabbet-ül Arz’dan (arzın {beden} bir tür konuşanı - bedenden ayrılık saati olan ölümün tadılma sürecinde) çıkarırız ki; onlara, insanların varlıklarındaki işaretlerimize (hakikatlerine) ikân sahibi olmadıklarını söyler!” (27.Neml: 82)
Konu imanla başlar, ikâna döner; şayet o kişinin istidatı elveriyorsa!
İşte o hakikat müşahedesine erenler, o hakikati yaşayanlardır.
Ondan sonra “ikân” ehlinin yaşamı “marifet”tir... Oradaki yaşam “Marifeti Billâh”tır.
“Marifet” ikiye ayrılır:
1 - Maarifi İLLÂLLÂH.
2 - Maarifi “B”illâh.
Maarifi İLLÂLLÂH; Allâh'a olan imanın dolayısıyla erdiğin sırlardır.
Henüz nefs ortadan kalkmamıştır... Yani, şirki hafî dediğimiz şey hâlen mevcuttur! Varsayımın olan nefsin vardır!
Ancak buna rağmen, nefsinin yöneldiği Allâh ve Allâh’a ait bazı hakikatler sana açılmaya başlar... Bu açılan hakikatler dolayısıyla, belli sırlara agâh olursun.
Bu “Maarifi İLLÂLLÂH”tır... Yani, Allâh'a yönelik marifet!
“Maarifi ‘B’illâh”a gelince...
“Hakikat”e erip “ikân” noktasını geçtikten sonra artık ikilik kavramı kalmaz!.. Şirk kalkar!
Var olan tek varlık, mutlak varlık Allâh'tır!
Bâkî olan Allâh! Fâni olan zaten yoktu; “yok”luğu fark edilerek ortadan yani idraktan kalktı!
“Bâkî olan Allâh” gerçeği ortaya çıktığı zaman; senin gözünde gören, kulağında işiten, dilinde söyleyen, elinde tutan, ayağında yürüyen hep ve sadece Allâh'tır!