Şartlanmalardan ve tabiattan kurtulabilmek felsefe yolu ile de mümkündür!
Tasavvuf ise, iman nûruna dayanan tarzdaki bir çalışmalar bütünüdür.
Felsefe; daha önce de izah ettiğimiz gibi, iman nûrunu esas almaksızın, sırf akıl gücü ile yapılan çalışmalardır.
Bir kişi tasavvufa yani iman nûrunu esas alan çalışmalara dayanmadan, kendindeki şartlanmaları ortadan kaldırabilir...
Şartlanmaları kaldırması, eğer iman nûruna dayanmıyorsa, tamamen beşerî zevk ve arzular istikametinde bir yaşam yolu oluşturur.
Bunun neticesi; “zındık” denen, “Allâh” kavramını inkâr ederek; kendini bir birimsel yapı kabul edip, tümüyle bedene dönük zevk ve arzular peşinde, hiçbir korkusu kalmaksızın yaşamayı doğurur.
Eğer ki; şartlanmalar perdesini kaldırmakla birlikte tabiat perdesini kaldırmışsa, ancak dikkat edelim bunu akıl yolu ile başarıyor; iman nûru yok!.. O zaman bu kişide olağanüstü hâller gözükebilir!.. Onda gözüken bu olağanüstü hâller, “istidraç” adını alır.
Eğer bu kişi, tabiat perdesini iman nûru ile kaldırmışsa o zaman onda gözüken olağanüstü hâllere “kerâmet” adı verilir... Allâh ikramı anlamında! Yani kişi bu hâlde iman nûru ile hareket ediyor... Akıl, iman nûru ile hareket ediyor!
Birinci aşamada, şartlanmaları kaldırdı... Şartlanmaları kaldırarak, halka tâbi olmak durumundan kendini kurtardı!..
İkinci aşamada, tabiat perdesini kaldırdı...İlâhî ikram denen özünden gelen birtakım hâllere nail oldu!.. Kerâmet sahibi oldu!
Ve üçüncü aşamada, nasip olursa eğer; o zaman nefs perdesi de kalkar, “ölmeden evvel ölmek” denen hâl meydana gelir! Yakîne erer!.. Yakîne erdiği zaman, ondaki ubûdiyet hükmü kalkar. Hâli, ubûdettir.
Ubûdet; Allâh'ın fiilinden ibarettir!
Burada önemli bir nokta var.
İman nûru olmayan kişi, felsefe yolu ile kendisindeki şartlanmaları, âdet perdesini ve de değer yargıları perdesiyle, duygular perdesini kaldırabilir.
İman nûru ile hareket eden de bu iki perdeyi kaldırabilir. Fakat bunlardan sonraki ana perde olan NEFS perdesinin kalkması iman nûruna bağlıdır.
Eğer iman yoksa o kişide, şartlanmalar ve tabiat ve duygular perdelerini kaldırmasına rağmen; nefs perdesi onda kalkmaz! Nefs perdesinin onda kalkmayışının sebebi iman nûrunun onda açığa çıkmamasıdır!..
Nefs perdesi kalkmadığı sürece kişi hakikate eremez, zâhirde kalır.
İman nûru ile nefs perdesi kalkar! Ancak, iman nûru da saadet hükmünü almış kişide meydana gelir.
Eğer 120. günde saadet hükmünü almamışsa, o kişide nefs perdesi kalkmaz!.. Niye? Çünkü iman nûru yok! İman nûrunun varlığı, kişide ana rahminde 120. günde saadet hükmünü, açılımını almasına bağlıdır. Onu almadıysa ne yaparsa yapsın bu mümkün olmaz!
İşte Eflâtun’un cehennemde olmasının sebebi “ŞAKΔolarak varoluşuydu!
Esasen Eflâtun; âdet yani şartlanmalar ile tabiat perdesini kaldırmıştı. Eflâtun’da istidraç denen hâller de görülmüştü!
Birçok Budistte de bu perdeler kalkar!.. Fakat 120. günde saadet hükmünün sonuçlarını oluşturan antiçekim dalgaları beyinde üretilerek ruha yani holografik dalga bedene yüklenmediği için cennet boyutuna geçemezler...
Tabiat perdesinin kalkmaması yüzünden kişi NEFSine ârif olamaz, kendini beden kabullenmekte devam eder...
Kendi kabul ettiği bedenine güç geldiği için de yapmakta zorunlu olduğu ibadet adı verilen çalışmaları yapmaz! Bu yüzden de ister istemez cehennemden uzun bir sürede geçer...
Zira, iman nûru var olmadığı için, kendini cehennemden kurtaracak olan o nûr veya antiçekim dalgalarından oluşan holografik dalga enerji ruha yüklenmez!.. Ruha yüklenmeyince de ister istemez cehennem ortamında kalır; dışarıya çıkamaz!.. İşin ilmine, hakikatine bilgi yollu vâkıf oluş, kendini bu olaydan kurtaramaz.
Din konusunda yanlış anlaşılan bir nokta daha var...