Nefsî istek ayrıdır, tabii istek ayrıdır!
Bu ikisi tamamen birbirinden ayrı şeylerdir. Bunu bilmeyenler karıştırır; nefsin isteğine tabii istek der; veya tabii isteğe yani tabiatının oluşturduğu isteğe nefsin isteği der.
Hayır!
Nefsin isteği; benliğinin yücelmesi, benliğinin mertebe kazanması, benliğinin sayılması, sevilmesi, korunması, yüceltilmesidir.
Bedenin isteği ise; güzel yemek, güzel içmek, güzel uyumak, güzel çiftleşmek... Yani kendi tabiatına uygun hâllerle bezenmek. Bu tabiatının isteğidir. Nefsin isteği değildir.
HAC’da şeytan taşlama vardır... Üç şeytan taşlanır! O taşlanan şeytanlardan her biri ayrıca bir semboldür... Mesela birinci büyük şeytan, varsayım benliktir... İkinci şeytan, tabiattır. Üçüncü şeytan da, âdetler yani şartlanmalardır!
Evliyaullâhtan Şah Nakşıbend der ki:
“Biz halkın âdetlerini terk ettirmek için görevdeyiz. Nebi ve Rasûller halkın âdetlerinin yanlışlığını ispat için gelmişlerdir. Çünkü âdetler insanı Allâh'tan alıkoyar, dünyaya ve maddeye yöneltir.”
İnsanın zihinsel oluşumunda üç ana girdisi var:
1. NEFS
2. TABİAT (bedensel istek ve arzular)
3. ŞARTLANMALAR
Basit bir tâbirle şöyle de açıklayabiliriz.
“Etraf ne der?”... “Etraf”ı atmadıkça “Allâh”a yönelemezsiniz! Çünkü çevreniz kendini madde beden kabul edip, bedene dönük zevkler, arzular ve istekler içinde yaşayan kişilerle dolmuş.
Kişideki vehim gücü nefsi etkileyerek, onu yanlışa saptırır...
Nefs neyin tesiri altındadır? Şartlanmaların tesiri altında...
Sana sorduğum zaman “Sen kimsin?”...
Sen dersin ki: “Ben buyum!.. Yani, bu bedenim!”
Hâlbuki sen, bu beden değilsin!
Senin, kendini bu beden olarak kabul etmen; bedenin tabiatı içinde kendini tanımaya başlamandan ve etrafının, çevrenin seni bu yolda şartlandırmalarından ileri geliyor.
Sen kendini, bu bedenin tabiatı içinde hapis olarak buldun...
Sonra da herkes sana “Sen busun, sen bedensin” demeye başladı.
Böylece, sende “Ben bu bedenim” fikri geldi yerleşti, oturdu... Bu böylece oturduğu için, bu defa vehim sende hükmünü icra ediyor.
Vehim sende hükmünü nasıl icra ediyor?.. Nefsi tahrik ederek!
Vehim ne idi?.. Var olmayanı var göstermek, var olanı da yok göstermek…
Gerçekte, senin nefsinin benliği, Rabbinin benliğidir! Senin kendine has bir benliğin yoktur! Kâinatta var olan tek mutlak benlik “Allâh”ın benliğidir.
“Benlik Allâh’a aittir. Senin ben demeye hakkın yoktur” diyerek bunu basite indirgemişlerdir.
Yani bu varlığa “Ben” kelimesi ile işaret ettiğin zaman, o “Ben” aslında senin nefsin değil, “nefs”in hakikati olan “Rabb”indir. O yüzden denmiştir ki:
“NEFSİNİN HAKİKATİNİ BİLEN, RABBİNİ BİLİR.”
Çünkü Rabbi bilmek, nefsi bilmeye bağlıdır. Zira nefsin hakikati Rubûbiyet mertebesinden gelir.
“Nefs”, “Rubûbiyet” hakikatinden var olduğu için, mutlaka aklettiğini yapmak ister! Nefs için iyi-kötü diye bir ayırım yoktur. Çünkü aslı, Rabbanî hakikattir!.. Rab ise dilediğini yapar!..
Nefsin hakikati de Rab olduğu için nefs daima ne dilerse, kendisine ne fikir gelirse onu hemen yapmak ister. Bunun benliği kuvvetli deriz. Nefsi kuvvetli, deriz... Yani, bu kişideki Rubûbiyet zuhuru kuvvetlidir, demektir...