“Mumit” isminin mânâsı ağırlıklı olarak mevcut olan bir bileşim, kuvveden fiile çıktığı zaman “nûr” diye bahsedilen, enerji boyutunda bir varlık, bir birim oluşturulmuş ve buna da “Azrâil” denmiştir... Ki görevi “ölüm” denen “dönüştürme” olayını oluşturmaktır...
Sadece insanın ölümünü Azrâil’e bağlamak son derece yanlış ve sınırlı bir anlayıştır... İlkel bir yaklaşımdır!
“Azrâil”in görevi; bir yapının varlığına son verip, o yapının son buluşu ile birlikte, ikinci bir yapının başlangıç ortamını sağlamaktır.
Ancak ikinci yapıyı başlatan Azrâil değildir...
İkinci yapıyı başlatan, “EL BÂİS” isminden oluşan melektir!
Azrâil, ölümü tattırır; yani o birimin mevcut yapısıyla alâkasını keser; o yapıyla alâka kesilmesinin hemen akabinde, “BÂİS” isminden var olmuş melek görevi alır, o birimin yeni yapısını meydana getirerek, ikinci anda o yapı ile o varlığı meydana getirir.
Burada enteresan ve fark edilmesi önemli olan bir husus daha var, “BÂİS” ismi ağırlıklı meleğin göreviyle ilgili... O da şu...
Bazı varlıklarda -mesela insan gibi- “BÂ’S” meleğinin görevi daha o varlığın ilk oluşum safhalarında başlar... Mesela, ana rahminde 120. günde “BÂİS” ismi mazharı melek tarafından o ceninin özünden kaynaklanan bir biçimde -dıştan değil-, “RUH” meydana getirilir!..
Ayrıca ölüm anında da, yine bu “Melek” tarafından bilincin ruhu kullanması sağlanır!..
Elbette bu bizim müşahedemizdir ki, iman edilmesi zorunlu noktalar arasına girmez!
Şimdi dikkat edin, sade insan değil, bütün canlılar; yani evrendeki her nesne canlıdır, dolayısıyla bütün varlıkların sonsuza dek yaşamları devam eder.
Çünkü; evrende var olan bütün varlıklar Allâh’ın varlığı ile kaîm varlıklardır.
Allâh’ın varlığının sonu olmadığına göre; “O”nun varlığından oluşmuş bulunan bilinçli varlıklara son düşünülmesi de “hükmî”dir, “indî”dir, “lokalize”dir, “an”lıktır!
O bilinçli varlık, daha sonra;
“O HER AN YENİ BİR ŞAN’DA (oluşta)DIR.” (55.Rahmân: 29)
Âyetinin işaret ettiği mânâda, yeni bir yapıya dönüşerek, bir üst ya da alt boyutta -ama asla geldiği boyuta geri dönmeksizin- yaşamına devam eder.
“…HİÇBİR ŞEY YOK Kİ, O’NUN HAMDI OLARAK, TESPİH ETMESİN! FAKAT SİZ ONLARIN İŞLEVİNİ ANLAMIYORSUNUZ!” (17.İsra’: 44) diyor âyeti kerîmede de...
Niye?..
Çünkü hiçbir şey hariç olmamak üzere, her şey canlıdır, şuurludur, diridir, varoluş gayesine göre, canlı ve şuurlu olarak tespihini, zikrini yapmaktadır.
Sen sadece olaya beş duyunla baktığın için olayı çözümleyemezsin.
“Onlar (öze ermişler) ayakta, otururken ya da yanları üzere uzanmışken Allâh’ı anıp (hatırlayıp), semâların ve arzın yaratılışını (günün getirisi ölçüsünde evren ve derûnu ya da beyin indînde bedenin yeri ve özelliklerini) tefekkür edip; “Rabbimiz, bunları boş yere yaratmadın! Subhan’sın (yersiz ve anlamsız bir şey yaratmaktan münezzeh, her an yeni bir şey yaratma hâlinde olansın)! (Açığa çıkardıklarını değerlendirmemenin getireceği pişmanlıktan) yanmadan bizi koru” (derler).” (3.Âl-u İmran: 191)
Âyeti insanların dahi, her an ve her pozisyonda zikir (hatırlama) hâlinde olması gerektiğini vurgular...
Ancak, “O’nun varlığından meydana gelmiş bilinçli şeylerin toplamı olan tümel akıl, Tanrı’dır” görüşü de tümüyle yanlıştır!..
Evet... “Kâinat, Allâh’tır” görüşü bütünü ile bâtıldır ve yanlıştır! Bu Panteist görüştür!
Yani, bütün mevcudat bir araya gelince “Tanrı” denen varlık ortaya çıkar görüşü... Bu yanlıştır! Çünkü, gerçekte mevcudat “yok”tur,”ALLÂH” vardır!
Allâh her an (bize göre) kendi mânâlarını seyreder ve her şey bundan ibarettir... Bu yüzdendir ki, mevcudatın varlığı yoktur; Allâh’ın varlığı vardır.