Evrenin Gerçeği
Değerli dostlarım, kitabımızın ana konusuna geçmeden önce çağdaş bilimler eşliğindeki bazı tespitlerden söz etmek istiyorum...
İnsanoğlunu asırlardır düşündüren ve kesin cevabı da bir türlü verilemeyen bir soru vardır...
Evren nedir; ben neyim; ve evrenle bağlantı noktam nedir?..
Sayısız düşünür, bilim adamı ve tasavvuf ehli kişi, bu konuda kendi kapasitelerine göre pek çok cevaplar getirmelerine rağmen; gene de herkesi tatmin edebilecek güçte ortak cevabı düşünü dünyasına sergileyememişlerdir...
Önce, bazı ünlü tasavvuf ehli kişilerin, evrenin yapısı hakkındaki görüşlerine birkaç cümle ile değinelim...
“Bütün âlemlerin aslı hayaldir!..”
“Tüm mevcudat TEK bir yapıdır!..”
“Var olan TEK bir varlık vardır, O da ALLÂH’tır!”
“Sen iki görüyorsan, bu gözündeki şaşılıktandır; var olan sadece BİR’dir!”...
Herhangi bir yanlış anlamaya yol açmamak için, sadece ünlü tasavvuf ehli kişilerin fikirleridir bu cümleler, demekle yetinip, söyleyenlerin isimlerini yazmıyorum... Arzu edenler bu fikirlerin kimlere ait olduklarını konuyla ilgili eserlerde bulabilirler...
Şimdi bu cümlelerde, mecaz yollu anlatılmak istenen hususlara, çağdaş bilimler ışığında yaklaşmaya çalışalım...
Biliyoruz ki insan; evreni beş duyusuyla algılar. Dolayısıyla, insanın, beş duyusunun oluşturduğu evreni ile; bir hayvanın ya da insan ötesi herhangi bir varlığın, duyu organlarının kapasitesine GÖRE algılanan evreni, elbette ki birbirinden son derece farklıdır!
Bunu, basit bir misalle açıklayalım... İnsan gözü, 4000 angström ile 7000 angström arasındaki dalgaları değerlendirerek beyne yollar; ve bu dalgalar, beyinde bir görüntü şeklinde değerlendirilir... Biz de, beynimizin programlandığı şekilde değerlendirdiği bu dalgaları yayan veya aksettiren nesneleri “var” kabul eder, bunların dışındakileri ise “yok” sayarız.
İşte, gerçeği görememe hususundaki yanlışımız, bu noktada başlamaktadır...
Gözümüzün algılayamadığı, sayısız-sonsuz dalga boyu skalasından son derece minik bir kesiti algıladığımız hâlde, her şeyi algıladıklarımızdan ibaret sanıyor; ve her şeyi, bu sınırların içinde varsayıp, değerlendirmeye çalışıyoruz!..
Oysa, gerçekte evren; sonsuz-sınırsız dalga boylarından, ya da bir diğer ifade ile kuantlardan oluşan bir yapıdır; ki bu algıladığımız kesit içindekiler, okyanusta bir damla bile değildir!
İkinci olarak anlaşılması zorunlu bir diğer husus da şudur...
Gözümüzün beyne ulaştırdığı 4000-7000 angström arası dalga boyları bir anlam taşıdığına göre; bütün dalga boyları ve boyutları ile tüm evren, bir anlam ifade eden BÜTÜNSELLİĞE sahiptir! Ne çare ki, bizim algılama araçlarımızın sınırlılığı, bu EVRENİN BÜTÜNSELLİĞİNİ değerlendirmekten bizi mahrum bırakmaktadır.
Demek oluyor ki...
Beynimizin, belirli şartlanma yollu edindiği programlarla bloke olması, bizi kısıtlıyor ve... Kesitsel algılama araçlarına (beş duyu) sahip olmamız, ve her şeyi İLLE DE beş duyu ile değerlendirme şartlanmamız, çokluk görüntüsü veren orijinal TEK’i bir türlü algılayamamamıza sebep olmakta!
Oysa, bilimsel olarak biliyoruz ki, atom boyutunda değerlendirme aracımız ya da duyumuz olsaydı, “hepimiz BİR” olacaktık...
Bunu da anlatmak için şöyle bir misal vereyim...
Bulunduğunuz odayı, tavanını açmak suretiyle, bir milyar defa büyütme kapasitesine sahip elektron mikroskobunun lâmına koyun ve sonra da objektifinden bakın... Bir milyarlık büyütme kapasitesi, bize atomları görme olanağını verecektir... Bu takdirde, artık biz, o odadaki çeşitli isimler taktığımız eşyayı değil; demir, bakır, çinko, hidrojen, azot, oksijen vesaire gibi pek çok atomlardan ibaret, homojen bir kütleyi göreceğiz...
Göz aracıyla aynı odaya bakan beyin, az önce birçok eşyanın varlığından söz ederken; elektron mikroskobu aracılığıyla aynı odaya bakan beyin, sayısız eşyadan değil, homojen atomik bileşik bir kütleden söz edecektir; ki artık “pek çok”, sadece yüz küsur atom türüne dönüşmüştür nazarımızda!
Şayet, beynin kullandığı algılama aracı, bir milyar defa büyütme kapasitesi yerine, bir trilyon ya da yüz katrilyon gibi rakamlara çıksa ne olur?..
Bu takdirde öyle bir noktaya geliriz ki, evrende var olduğunu kabul ettiğimiz her şeyin, o şeye bakan algılama aracının kapasitesinden doğan, imgesel bir varlık olduğunu idrak ederiz!
İşte, var olduğu beyin tarafından kabul edilen her şey, beynin kesitsel algılama araçlarına GÖREdir; ve o görüntülerin her biri, kesitsel verilerin imajlarıdır!
Bu tespit bizi nereye götürür?..
Madde - hücre - molekül - atom - nötron - kuark - kuant “boyutsal öze inim” ile karşımıza öyle bir TEKİL yapı çıkar ki, artık, bu TEK’ten başka bir şeyin varlığı düşünülemez!
Kısacası, “Evren” ismiyle işaret ettiğimiz varlık, gerçekte öyle bir TEK’e dayanmaktadır; ki siz ona ne isim verirseniz veriniz; O’ndan başkasına “Evren” ismi ardında yer yoktur!
Algılayabildiğimiz kadarıyla, bir özelliği “Salt Bilinç”; diğer bir özelliği de “Evrensel Enerji” olan bu TEK, “Evren” ismiyle tanımladığımız yapı olarak, zaman kavramının olmadığı bir mânâda, her an kendi sistemiyle yaşamını sürdürmektedir.
Bize düşen ise, şayet elimizden geliyorsa, bu yapıdaki yerimizi anlamaktan ibarettir.