Melek ve Ruh Hakkında
Peki, öyle ise “MELEK” nedir?.. [1]
“Melek”lerin yapısıyla ilgili olarak, merhum Hamdi Yazır tefsirinde şu bilgiyi veriyor:
“...Cinsi melâike, kudret ve tekvini ilâhînin, VAHDETTEN KESRETE TEVEZZÜ’ünü ve onun tenevvüat ve taayyünatı mahsusasını ifade eden mebadii fâile olarak mülâhaza edilmek lazım gelir...
Ve kâinatta hiçbir şey, hiçbir hâdise, hiçbir fiilî hareket tasavvur olunamaz ki, böyle bir risâlet ile vâki olmuş olmasın...”
“...ve binâenaleyh melâikesiz bir hâdise tasavvuru gayrı mümkündür, melâikesiz bir katra yağmur bile düşmez...” (Cilt: 1, Sayfa:303)
“Şu da anlaşılır ki, melâikeye olan kelâmın hakikati ancak mânâdan ibarettir... Suveri lafzıye ve ismiye değildir…” (Cilt:1, Sayfa:316)
“Cenâb-ı Allâh bütün sun’ı ilâhisini böyle esbab ve hikemi hafiye rabt etmiştir... O bir şey murat ederse böyle yeni sebepler halkeder... Sebebi asli ve hakiki ancak O’nun iradesidir, Hikmet de onun lazımıdır...” (Cilt:1, Sayfa:317)
Aynı eserde; insana ruhun nefh edilmesinin mânâsıyla ilgili izah da şu:
“...Nefhi ruhtan murad hayy olması değil, hayyı nâtık olmasıdır... Hakikatı Âdem, nefsi nâtıkadır...Ve nefhi ruhun mânâsı, nefsi nâtıkanın nefhidir... Halkı Âdem’in arzda olduğunda ittifak vardır...” (Cilt:1, Sayfa:321)
İnsan ruhu bedende oluşur!
İnsanın ruhunun, bedenin ana rahminde oluşmasından sonra meydana geldiğini; ruhların daha önceden yaratılıp, sonra da peyderpey dünyaya gönderilmesi diye bir şeyin asla söz konusu olmadığını da İMAM GAZÂLİ şöyle anlatır:
“Allâh Teâlâ’nın fiillerini ve melâike vasıtasıyla yıldızları semâvatı hareket ettirerek, yeryüzündeki canlıları ve bitkileri nasıl vücuda getirdiğini bilen kimse; hem Âdem’in kendi âlemindeki tasarrufunun, Hâlık Teâlâ’nın büyük âlemdeki tasarrufuna benzediğini ve hem de Rasûlullâh’ın;
“Allâh, Âdem’i kendi sûretinde yarattı” açıklamasının mânâsını anlar...
Denilirse ki, ruhlar bedenlerle yaratıldığı hâlde, Rasûlullâh’ın;
“Ben yaradılışça Nebilerin ilkiyim. Nebilikçe de sonuncusuyum... Ben Nebiyken, Âdem su ile çamur arasında bulunmaktaydı!” sözünün mânâsı nedir?..
Hakikat şu ki:
Bunların hiçbirisinde, ruhun kadim olduğuna dair bir delil yoktur!
Fakat, “yaradılışça Nebilerin ilkiyim...” sözünün zâhiri mânâsına göre, O’nun varlığının cesedinden önce yaratıldığına delalet ihtimali mevcuttur...
Zâhirî olmayan mânâsı ise bellidir... Tevili, açıklaması da mümkündür... Fakat kati delil, zâhire meyletmez... Bilakis zâhirin teviline hükmetmede kullanılır...
Nitekim Allâh Teâlâ hakkındaki teşbihin zâhirlerinde olduğu gibi...
“Allâhû Teâlâ ruhları, cesetlerden iki bin yıl önce yarattı...” sözüne gelince...
Buradaki “ruhlar”dan maksat, “melâikenin ruhları”dır!
Cesetlerden maksat da, Arş, kürsî, semâvat, yıldızlar topluluğu, hava, su, yeryüzü gibi âlemlerin cesedi, bünyesidir...
“Ben yaratılışça Nebilerin ilkiyim” sözüne gelince... Buradaki “yaradılışça (halk)” kelimesi “TAKDİR” mânâsınadır... “İCAT”, yaratıp vücutlandırma mânâsına değildir...
Çünkü, Rasûlullâh sallâllâhu aleyhi vesellem, ANNELERİ TARAFINDAN DÜNYAYA GETİRİLMELERİNDEN ÖNCE MEVCUT VE YARATILMIŞ DEĞİLDİ! Fakat, gayeler ve kemâller, takdir hususunda önce, varlık hususunda sonradır... Zira Allâh Teâlâ ilâhî meseleleri, hadisleri, kendi ilmine uygun olarak, önce Levhi Mahfuz’da takdir eder, şekillendirir.
Buraya kadar, şayet varlığın iki şeklini de anladıysan; Rasûlullâh’ın varlığının, Âdem’in varlığından önce; yani gözle görülen varlık olarak değil de, ilk takdir edilen varlık olarak önce olduğunu da anlamış olursun...” (İmam GAZÂLİ - Ravzatüt Talibin)
Sanki birbiri ile ilgisizmiş gibi görünen yukarıdaki alıntıları size naklettiken sonra, şimdi de konuyu toparlayıp, olayı bir sistem şeklinde izaha çalışalım...
Önce şu kesin tespiti yapalım;
İmam GAZÂLİ’nin de yukarıda bahsettiği gibi, gerek Rasûlullâh (aleyhisselâm)’ın olsun, gerekse bütün insanların olsun, biyolojik-hücresel bedenleri var olmadan önce “ruh” bedenleri mevcut değildi!
Yani,“Önce belli bir mekânda insanların ruhları yaratılmış, sonra da bu ruhlar peyderpey dünyada ana rahimlerinde oluşan bedenlerin içine gönderilmiştir” görüşü tamamıyla yanlıştır!
İnsanların ruhlarının önceden yaratılıp sonradan peyderpey dünyaya gönderilmesi görüşü İslâm’dan çok önceki BUDİST FELSEFİ EKOLLERİNE dayanır...
Bu masalın gerekçesi de, büyük yoksulluklar içindeki halkı, isyandan uzak tutup, hâline razı ederek, şayet itaatkâr ve hâline razı yaşarsa, yeniden dünyaya geldiğinde bir üst sınıftan, zengin, güzel bir bedenle geri gelme şansı olduğuna inandırıp, ve böylece sömürmektir... Ve daha sonraları reenkarnasyonun türlü biçimleri öne sürülmüştür...
Ölümü tatmış bir kişinin ruhunun herhangi bir gerekçe ile yeniden bir biyolojik bedene bürünerek dünyaya geri gelmesi görüşünün adı, eski dilde TENASÜH, yeni dilde ise REENKARNASYON’dur...
[1] Bu sorunun cevabını geniş bir şekilde “AKIL ve İMAN” isimli kitabımızın “Meleklere İman” bölümünde vermeye çalıştık...