Korunmak İçin “Müttekîler”
Şayet dikkat ettiyseniz, “İKRA” âyetlerinde “neyin”, “niçin” ve “nasıl” “OKU”nması üzerinde durulmuştu...
“Besmele’li Fâtiha” Sûresi’nde ise “İnsanda, ALLÂH kavramının ne olduğunun bilinci uyandırılmaya çalışılıyor ve evrende geçerli sistem ve insanlığın tâbi olduğu mekanizma” açıklanıyordu...
Nihayet şimdi ele aldığımız Bakara Sûresi’nin bu ilk âyetlerinde ise bunların devamı olarak, insanın neler yapmak suretiyle, nasıl korunabileceği belirtilmektedir...
Şayet “OKU”NAN sistemi, böylece anlayabildiysek; bu durumda elimizden ne gelir..?
Ne yaparsak, bizden ne meydana gelirse, karşılığında -ya da bir diğer ifade şekliyle- neticesinde bizim için ne gibi şartlar oluşur?
Bu soruların cevabını da, yine Kur’ân-ı Kerîm’e; Bakara Sûresi’nin ilk beş âyetine dayalı bir şekilde vermeye çalışalım...
Bu âyetlerin mânâsı için genel anlamıyla şunlar söylenebilir:
“Eliif, Lâââm, Miiim.
Hakkında şüphe edilmesi mümkün olmayan o Hakikat ve Sünnetullâh BİLGİsi (KİTAP), korunmak isteyenlere gerçeği idrak etme kaynağıdır.
İşte onlar gayblarındaki (algılayamadıkları) hakikate (Nefslerinin Allâh Esmâ’sının anlamlarının bir terkip - bileşimi şeklinde meydana geldiğine) iman ederler, salâtı ikame ederler (fiilen edâ yanı sıra anlamını yaşarlar) ve kendilerine verdiğimiz maddi - manevî yaşam gıdasından Allâh adına karşılıksız paylaşırlar.
Onlar hakikatinden sana (boyutsal geçişle) inzâl olunana ve öncekilere inzâl olmuşlara iman ederler; geleceklerindeki sonsuz yaşam süreçlerine de ikân (kesin idrakten kaynaklanan kabul) hâlindedirler.
İşte onlar, Rablerinden (nefslerini oluşturan Esmâ bileşiminden kaynaklanan) HÜDA (hakikati idrak) hâlindedirler ve onlar kurtuluşa ermişlerdir.” (2.Bakara: 1-5)
“Kurtuluşa ermiş olmanın” şartlarını bildiren bu âyetlerin mânâsını çok iyi anlamak gerektir... Zira, bir şeyi yapmak için, önce o şeyin ne olduğunu bilmek icap eder...
İşte bu âyetlerde, her şeyden önce, “korunmak suretiyle kurtuluşa erenlerin” özellikleri ve faaliyet alanları açıklanmaktadır...
Kim neye nasıl yaklaşır, ne yaparsa korunmuş ve kurtuluşa ermiş olur?.. İşte önemli olan olay budur!..
Öyle ise konuya ilk âyetin ilk harflerinden girelim;
“Eliif, Lâââm, Miiim.”
Hemen şunu ifade ederek söze başlayalım...
Bu harfler “müteşabihât”tır!.. İşaret etmek istenilen mânâları teşbih yani benzetme yollu ifade eden anlatım tarzındandır...
Diyeceksiniz ki, nedir “müteşabihât”?.. Buradaki mânâsı ne?..
“Müteşabihât”; buradaki mânâsıyla, ifade ettiği çok geniş kapsamlı anlamlar genelde beşer aklının alamayacağı boyutlarda gerçekleri vurguladığı için çözülemeyen, anlatımlar ya da kelimelerdir!..
Umumiyetle beşer aklı, geniş kapsamlı, çok yönlü ve çok boyutlu değerlendirme yetisinden mahrum olduğu için, anlatılanları hep tek yüzlü değerlendirir...
O meşhur körler gibi...
Görür, gördüğünü bilir ve bildiğini değerlendirenlerden biri istemiş ki körler de fili tanısın!.. Almış birkaç tane körü yanına, götürmüş filin önüne...
− İşte, fil önünüzde!.. Yıllardır aradığınız, ermek, tanımak istediğiniz fil bu!.. Tanıyın bakalım!.. Arzunuza nail olun... demiş.
Ama neylesin körler!.. Allâh, basîretlerini almış ellerinden!.. Göz yok, görüş kayıp!..
Fili tanımak için tek bir yolları var, elleriyle bir tarafından dokunarak karine ile ne olduğunu anlamak...
Bunun için de, elbette yapışacaklar filin bir tarafına...
Kimi filin hortumunu eline almış, kimi kuyruğunu!.. Kimi kulağına yapışmış, kimi karnına!.. Kimi bacaklarına sarılmış, kimi göğsüne!...
Derken sormuş, onları getiren görür, gördüğünü bilir, bildiğini değerlendirir...
− İşte erdiniz file!.. Haydi bana tarif edin fili...
Başlamış “körler fili tarife”...
− Fil, sütun gibi bir hayvandır!.. demiş bacağını tutan...
− Fil, küp gibi bir hayvandır!.. demiş karnına dokunan...
− Fil, duvar gibi bir hayvandır!.. demiş göğsüne değen...
− Fil, yılan gibi bir hayvandır!.. demiş hortumunu eline alan...
− Fil, kamçı gibi bir hayvandır!.. demiş kuyruğuna yapışan...
− Fil, yaprak gibi bir hayvandır!.. demiş kulağını avuçlayan...
İbretle seyretmiş onların bu hâlini, getiren zât...