Niçin Vahdete Değindik?
Çünkü esas olarak, olay iki cephelidir.
Birinci yan, Allâh’ın âleme bakışı!..
İkinci yan, insanın Allâh’a bakışı!..
Allâh’ın insana bakışı; yukarıdaki birçok âyet ve hadîs-î şerîfte olduğu üzeredir. İnsanın Allâh’a bakışı ise; ne türlü olmalıdır ve bu nasıl gerçekleşir? Bunu, kitabın değişik yerlerinde anlatmaya çalıştık. Ayrıca “KENDİNİ TANI” isimli kitapta da bu konuya daha detaylı bir şekilde yer verdik.
Burada hemen “Kader” bölümünden sonra, özellikle “Vahdet” konusundan kısaca söz etmemiz; kişinin “robotsal” yanı ile birlikte, “en şerefli” yani “ahseni takvim” olarak “HALİFE” yanının da bulunmasına işaret etmek istediğimiz içindir. Zira konu, asla tek yanlı olarak mütalaa edilmemelidir.
Kim bu konuyu tek yanlı olarak mütalaa ederse, mutlak yanılgı hâlindedir ve mahrumlardandır!..
Ya işin zâhir yönünden mahrumdur; ya da işin bâtın yönünden mahrumdur!
Oysa Zâhir, Bâtın O’dur!..
Öyle olunca, hangisinden mahrum olursa olsun, birinden mahrum olan, O’ndan mahrum olmuş olur!..
Öyle ise bize düşen, varlığı hem “zâhirî” yönünden hem de “bâtınî” yönünden; yani hem şuur boyutu itibarıyla, hem de ışın-madde silsilesi boyutu itibarıyla bilmektir.
Eğer işin bu yönünün farkında olmazsak, kendimizi sadece hüküm altında ezilen bir “robot” gibi düşünürsek; öylesine büyük nimetleri tepmiş oluruz ki; bunun vereceği pişmanlık, en azıyla fizik cehennem kadar bize azap verir gelecekte!..
Esasen...
Bu kitapta, “KADER” bahsinde bugün için, her eserde bulamayacağınız kadar ağırlıklı olarak durduk. Zira bu konu, bugün hiç bilinmemekte ve netice olarak da farkında olunmadan TEVHİD akîdesinden sapılmaktadır.
Buharî’de, Râbia bin Ebî Abdurrahmân (radıyallâhu anh)’ın şu sözleri yer almaktadır:
− Kendisinde herhangi bir ilim bulunan kimsenin kendini zâyi etmesi (yani ilmini açıklamaması) lâyık değildir!..
Bu arada sahabenin önde gelenlerinden Ebu Zerr-i Gıfârî (radıyallâhu anh)’ın ensesini göstererek şöyle buyurduğu nakledilir:
−(Beni öldürmek için) kılıcı şuraya koysanız, ben de Rasûllulâh’tan işitmiş olacağım bir sözü, siz işinizi tamamlayıncaya kadar infaz edebileceğimi yani ilan edebileceğimi bilmem, hemen açıklarım.
Esasen imanın şartlarından birisi olan KADERE İMAN için, evvela onun ne olduğunu bilmek gerekir. İnsanın bilmediği bir şeye zaten iman etmesi düşünülemez.
Şayet Rasûlullâh, size deseydi “TANGU’ya iman edin”, diyecektiniz ki; “İyi ama ‘Tangu’ nedir onu bize anlat ki; bilelim ve ona iman edelim. Bilmediğimiz bir şeye iman etmemiz mümkün değildir ki!..”
İşte kaderin ne olduğunu da Rasûlullâh (sallâllâhu aleyhi vesellem) en muteber hadis kitaplarında, yukarıda okuduğunuz gibi anlatıyor.
Siz şimdi Hazreti Rasûlullâh’ın bu anlattıklarını ya kabul edersiniz, ya etmezsiniz. Artık bundan sonrası sizin bileceğiniz iştir!..
Zira, kader konusuyla ilgili hadisleri nakletmek zaruridir; çünkü insanlar neye iman etmek durumunda olduklarını bilmelidirler.
Bu hadisler, kendi doğrultuları istikametinde, izah edilebilir ve yorumlanabilirler.
Ama asla tartışılmamalıdırlar!..
Ebu Hureyre (radıyallâhu anh)’dan nakledilmiştir:
Rasûlullâh (sallâllâhu aleyhi vesellem) bize çıkageldi. Biz, kader hakkında münakaşa ediyorduk!.. O kadar kızdı ki, yüzü kıpkırmızı oldu!.. Sanki yanaklarına nar suyu sıkılmıştı!.. Ve şöyle buyurdu:
− Bununla mı emroldunuz. Bununla mı ben size gönderildim..? Sizden önceki ümmetler ancak bu mesele hakkında çekiştikleri için helâk oldular!.. Kesin kararlıyım!.. Bu hususta sizi münazaadan (münakaşadan) uzak tutmaya, kesin kararlıyım!.. (Tırmızî)
Arapça orijinalinde özellikle “münakaşa” anlamına olan “nizâ” kökünden bir kelime ile geçmesine ve yukarıda tercümesini verdiğimiz şekilde ifade edilmesine rağmen; maalesef bazı kitaplarda bu cümle şöyle tercüme edilmiştir:
− Yemin ediyorum, bu hususta konuşmamak için, yemin ediyorum.
Evet... Bize düşen aklımızı başımıza toplayıp, Hazreti Rasûlullâh (sallâllâhu aleyhi vesellem)’in buyurduklarını aynen kabul etmek ve artık bu iman etmemiz gereken konularda münakaşaya girmemektir!..
Kim ki bu hadîs-î şerîfler konusunda münakaşaya, nizâya girer; muhakkak ki kendisine helâka yol açılır!..
Evet, aklımızı başımıza toplayalım dedik.
Ne yazık ki; bugün bazı “şeyhler” aklı küçük görüp, terk ettirmekte; ilmi küçümsemekte, hatta “bugün yeryüzünden ilim kaldırılmıştır” diyerek kendi cahilliklerini itiraf etmektedirler!..
Oysa, gerçekten son derece değerli bir çalışma yapmış olan İslâm âlimlerinden İmam Gazâli, “İhya-u Ulûmid’din” isimli dört ciltlik eserinin birinci cildinde “Aklın hakikati ve kısımları” bahsinde “Akıl” için şu hadîs-î şerîfi, Tırmızî’den şöyle nakletmektedir:
Hz. Rasûlullâh Efendimiz:
− Allâhû Teâlâ AKILDAN daha değerli bir şey yaratmamıştır!.. buyurmuştur.
Yine Rasûlullâh (sallâllâhu aleyhi vesellem) Hazreti Âli’ye hitaben şöyle buyurmuştur:
− İnsanlar güzel ameller ve iyilikleriyle yaklaşıyorsa Allâhû Teâlâ’ya, sen de AKLIN ile yaklaş!..
Yine Hazreti Rasûlullâh Ebu’d-Derdâ (radıyallâhu anh)’a şöyle demiştir:
− AKLINI ARTTIR Kİ ALLÂH’A YAKLAŞASIN!..
−Anam babam sana feda olsun yâ Rasûlullâh, aklımı nasıl arttırabilirim ki?..
− Allâhû Teâlâ’nın yasaklarından kaçın, emirlerini tut!.. Ki böylece akıllı olasın.
Yine Hz. Ömer, Ebu Hureyre ve Ubeyy İbn Kâ’b (radıyallâhu anh) hazretleri, huzuru Rasûlullâh’a gelerek Said bin el-Müseyyeb’ten rivayet edildiği üzere şöyle sordular:
−Yâ Rasûlullâh! İnsanların en âlimi kimdir?..
− Akıllı olandır!..
−En çok ibadette olanı kimdir?..
− En çok akıllı olan!..
−İnsanların en faziletlisi kimdir?..
− En akıllı olan!
−Yâ Rasûlullâh, akıllı kimse; mürüvvet sahibi, cömert, konuştuğunu bilen ve hatırı sayılan kişi değil midir?..
− Bütün bu saydıklarınız dünyalık ve dünyaya ait şeylerdir. Âhiret ise korunanlarındır.
Başka bir hadîs-î şerîfte de Rasûlullâh (sallâllâhu aleyhi vesellem) şöyle buyurmuştur:
− AKILLI, Allâhû Teâlâ’ya iman edip, Rasûlü’ne inanan ve emirlerini yerine getirendir.