Hayır ve Şerr, Allâh’tandır!
“Hayrihi ve şerrihi min Allâhû Teâlâ.”
İmanın şartlarından bir şartta da “Hayrihi ve şerrihi min Allâhû Teâlâ” deniyor.
“Sana iyilikten ne isâbet ederse, Allâh’tandır. Başına gelen kötülük ise nefsindendir (nefsinin arzusuna uymandan). Biz seni insanlara Rasûl olarak irsâl ettik. Şahit olarak Esmâ’sıyla hakikatin olan Allâh yeter.” (4.Nisâ’: 79)
Bir evvelki âyette de:
“Nerede olursanız olun ölüm size ulaşır. Sağlam ve yüksek kalelerde bulunsanız bile... Eğer onlara bir iyilik isâbet ederse ‘Bu Allâh indîndendir’ derler. Eğer bir kötülük isâbet ederse ‘Bu senin indîndendir’ derler. De ki: ‘Hepsi de Allâh indîndendir!’ Bu insanlara ne oluyor ki hakikati anlamaya yanaşmıyorlar!” (4.Nisâ’: 78)
Evet… Şayet onlara bir iyilik isâbet ederse…
Şimdi burada, önce “kötülük” kelimesiyle kastedilen mânâ nedir? Bunu anlayalım.
Kötülük nedir?.. Kime nasıl kötülük yapmış oluruz, kime nasıl iyilik yapmış oluruz!..
İyilik ve kötülük kelimelerinden anlaşılan mânâ nedir?
Senin tabiatına uygun olan şeyi, ben sana ulaştırdığım zaman, sana iyilik etmiş olurum. Senin anlayışına göre!..
Senin tabiatına ters düşen şeyi sana ulaştırdığım, sana ulaşmasına vesile olduğum zaman da sana kötülük etmiş olurum!.. Gene, senin anlayışına göre!..
Fakat gerçekte, senin tabiatına ters düşen şeyi, sana verdiğim zaman sana iyilik etmiş olurum! Senin tabiatına uygun olan şeyi sana verdiğim zaman sana iyilik etmiş olmam!.. Hakikat açısından!
“Hoşunuza gitmediği hâlde, savaş üzerinize hükmoldu. Sizin için hayır olan bir şeyden hoşlanmayabilir; sizin için şerr olan bir şeyi sevebilirsiniz. Allâh bilir, ne var ki siz bilmezsiniz!” (2.Bakara: 216)
Âyetiyle de işte bu gerçeğe işaret ediliyor.
Şimdi, kötülük denen şey; kişilerin terkibine, tabiatına uygun olmayan şeydir! “Bu sendendir”, “Bu senin indîndendir” derler. Hz. Muhammed’i kastediyor… Hz. Muhammed (aleyhisselâm)’da ilâhî hakikat zâhire çıkmakta olduğu için; “De ki: o sizin gördüğünüz, kötülük dediğiniz şey, Allâh’tandır”; “Muhammed’den değildir! Allâh’tandır!” diyerek gerçeği göstermek istiyor!
Yani, terkibin itibarıyla baktığın zaman, hayır ve şerr söz konusudur!..
Terkibine, tabiatına ters düşen şeye “şerr” adını verirsin. Tabiatına uygun düşen şeye de “hayır” adını verirsin.
Fakat hakiki mânâda hayrın ve şerrin ne olduğu, Allâh’ça malûmdur!..
Dolayısıyla, her hâlükârda da, hayrın ve şerrin Allâh’tan geldiğini kabullenmek gerekir.
Esasen nefsin hakikati, Hakk’ın Esmâlarının terkibidir! Öyleyse nefsindendir, derken; o terkip dolayısıyla ortaya çıkıyor o şerr!..
Peki o terkip, ilâhî isimlerden meydana geldiğine göre, şerrin yani şerr dediğimiz bu olayın kaynağı Allâh değil mi?..
Allâh değil, Rab!..
Çünkü Allâh’ta karşıtlılık yok ki!.. Terkipte kayıtlılık, sınırlılık var!
Her ne kadar terkibin mahiyeti Allâh’a dayanırsa da, terkip oluşu yönünden, nefs kelimesiyle anlatılır! Bu, Rubûbiyet mertebesindeki, senin varoluş tarzın, şeklin, biçimindir. Bundan dolayı da şerr; nefse bağlanır, Allâh’a bağlanmaz! Ve zaten onun şerr oluşu, nefsine göredir!.. Allâh’a göre değil!..
Yani terkibine ters düştüğü için, ona sen “şerr” hükmünü veriyorsun!.. Şuurun terkip kaydından kurtulmuş olsa, o takdirde o iş sana “şerr” olarak gelmeyecek; sadece, “Allâh’tan!” deyip geçeceksin!.. Ne hayır, ne şerr hükmü kalacak!..
Hayrın ve şerrin ne olduğunu; şerrin, neye nispetle şerr olduğunu tam açıklıkla anlatmış olduk!..
Tekrar ediyorum, “şerr” terkibe nispetle, “terkibe ters düşen” olayın adına verilir! Veyahut da senin “terkip kayıtları içinde kalmana yol açacak” fiile verilir!..
İlâhî mânâda, seni ikaz mânâsında kullanılan “şerr” kelimesi; senin terkibini muhafaza etme mânâsına gelen olaydır.
Buna mukabil, senin şerr kabul ettiğin, terkibine ters düşen olaydır!
İlâhî mânâda, sana “şerr” diye bahsedilen olay, sana “hayır” diye gelir. Çünkü terkibine uygunluk, terkibini muhafaza yolunda oluş getirmektedir. Buna mukabil, ilâhî mânâda ise bu şerrdir!.. Çünkü seni terkibine hapseder!.. Dolayısıyla, sana “hayır” gibi gözükse de o şey “şerr”dir!..
Ama netice itibarıyla, hepsi de ilâhî isimlerin etkisiyle oluştuğu için;
“…De ki: ‘Hepsi de Allâh indîndendir!’…” (4.Nisâ’: 78)
“…Gerçekten Allâh, her şey için bir kader meydana getirmiştir!” (65.Talâk: 3)
Âyetinden anlaşıldığı üzere “şey” kelimesiyle işaret ettiğimiz her nesne, madde veya mânâ, belli bir kader ile tespit edilmiştir; ve o kader içinde varoluşunun gereğini ortaya koyar!.. Umumi mânâdaki bu hüküm, insana, insan kelimesine bağlandığı zaman, “Onun kaderini Allâh çizmiştir, takdir etmiştir” denir.
Muhakkak ki, insanın kaderi Allâh’ın takdiriyledir!..
İnsanın kaderinin Allâh’ın takdiri ile oluşması ne demektir?..
İnsan ismiyle işaret olunan varlık, daha evvel de geçtiği üzere, ilâhî isimlerin değişik terkiplerinin aşikâre çıkışından, zâhire çıkışından başka bir şey değildir!
Bu isimlerin mânâlarının ortaya bu şekilde çıkışı, gene o mânâlara hâvî olan, o varlık tarafından meydana getirilmektedir. Birim adını verdiğimiz bir mahal, şu isimlerin şu oranlarda aşikâre çıkmasıyla oluşacaktır denmişse, bu onun kaderidir!
Kaderi, biz iki mânâda inceleyeceğiz:
Bir, istidadın oluşması; iki, kabiliyetin oluşması...
İstidat da kaderdir, kabiliyet de kaderdir. Fakat o istidat ve kabiliyetin, kader olmasına karşılık; hakkında takdir biçilen varlığın, ilâhî isimlerden meydana gelmesi hasebiyle ve o ilâhî isimlerin kuvvetlerinin kendisinde var olması sebebiyle; orada belli bir iş yapabilme, belli bir gücü ortaya çıkarabilmesi söz konusudur!..
İstidadın ve kabiliyetin, ilâhî güç tarafından tespiti “kader”; buna mukabil, o mahalde, o birim adını verdiğimiz nesnede varlık, ilâhî isimlerin terkibi olması hasebiyle, mevcut olan irade; “irade-i cüz” diye adlandırılmıştır!.. Yani “irade-i cüz” kelimesiyle kastedilen mânâ, o mahalde mevcut olan ilâhî isimlerin varlığıdır!..
İlâhî isimlerin mânâlarını sen ortaya koyarsın, bu ortaya koyuşun “irade-i cüz’ünü kullanışın” diye tarif edilir!..
Sen bu “irade-i cüz”ünü ne ölçüde kullanabilirsin?..
Sen bu “irade-i cüz”ünü, kendindeki mevcut olan o isimlerin gücü kadar kullanabilirsin!..
Fakat sen, eğer senliğinin hakikatine ulaşır; Hakikat mertebesi itibarıyla, Allâh’ın Zâtı ve Sıfatıyla, senin Zâtında ve Sıfatında mevcut olduğunu müşahede edersen; bu müşahedenin neticesinde, bu defa kendindeki Zâtî kuvvetlerle mevcut isimlerini daha geniş ölçülerle kullanmak suretiyle; iraden, küllî iradeye dönüşmüş olur!