Soru
− Fiiller mertebesinde aşikâre çıkan her bir fiil yaratılmıştır; diyorsunuz... Öyle ise kişiden çıkan kötü fiile niçin buğz edelim?..
Üstad
− Bu sorunun cevabı “İNSAN ve SIRLARI” kitabında “Allâh için buğz” bölümünde...
Soru
− Kendi hâlimizin ne olduğunu birkaç sohbettir anlattınız... Bizim için fiysebilillâh bahşettiğiniz bu ilmi anlayabilmek ve yaşantıma geçirebilmeyi Allâh nasip etsin.
− Son zamanlarda özellikle beyin ile ilgili çalışmalarla ilgili yazılar basında sıkça çıkmaya başladı... Bunu neye bağlıyorsunuz Üstadım?..
− Astrolojik oluşumlar ve İrşad Ordusu; bu unsurun birbirlerini etkilemelerini... açar mısınız?
− Olayların oluşumunu da Zât’ın Sıfat ve İsimlerinin tecellisi olarak mı algılamalıyız?.. Evet ise, birbirine neden olan olaylar arasında olduğu gibi, bu İsim ve Sıfatlar arasında da bir oluş sistematiğinden bahsedilebilir mi?
Üstad
− İsim ve Sıfatlar arasındaki ayırım bize göredir!..
Sen kendinde bugüne kadar hangi isim ve sıfatların ayırımını ve tasnifini yaptın?..
“ALLÂH İsmiyle İşaret Edilen”in çeşitli özelliklerini fark etmemiz için böyle sembolik bir tasnif yapılmıştır!..
O tasnifte, yani isimde, yani şeklinde, yani olayın görüntüsünde kalmayıp, onları ortaya koyanın bakışıyla varlığı değerlendirmek gerekir!..
Düşünsel kişiliğinden arınmadan, “Allâh” gibi düşünemez, değerlendiremezsin!..
“Allâh ahlâkıyla ahlâklanın” uyarısının anlamı çok çok önemli ve değerlidir...
Sen kendini aynada gördüğün, ya da bir ruh olarak, kişi olarak kabullendikçe, bu dediklerimin oluşması kesinlikle mümkün değildir...
Kur’ân insanlara pek çok şeyi sembollerle anlatırken; tasavvuf ise baştan sona, serâba sembol ve mecazdır!..
Ricalullâh, kişiye baktığı zaman, onun mukallit oluşunu tasavvuf konuşmasından anlar!.. Çünkü mukallit-taklitçi, sembollerin işaret ettiği gerçekleri fark etmediği için, sembollere hakikat gibi sarılıp, sahip çıkıp; masallamada devam eder!..
Bunu fazla uzatıp, sizi sıkmayayım... Sembollerden geçip ardındaki gerçekleri anlamaya çalışın ki, mukallidan sınıfından çıkma şansını elde edebilesiniz!..
Soru
− Üstadım bir soru da ben sorayım: KURÂN’ın meâlini yazmayacak mısınız?..
Üstad
− Tahkik kapısını aralayarak, kendi meâlinizi oluşturmaya çalışın!.. Benim yazdığım meâl, sizin taklitçiliğinizi pekiştirmekten öteye gitmez!.. Ha… bu da varmış, demeniz sizi taklitten kurtarmaz!..
Soru
− Üstadım... İbrahim (a.s.) ile ilgili âyetlerde 2/135’deki “hanîf olan İbrahim’in DİNİNE UYARIZ..”. Ya da, “Rabbim beni hanîf olan İbrahim’in DİNİNE İLETTİ..” gibi âyetlerle Efendimizin, İbrahim’in Dini üstüne olduğu vurgulanmakta... Oysa Efendimizin Hâtemin Nebi oluşu ve Nübüvveti Hassa özelliğinin oluşu âyetlerdeki özelliği getirir mi?
Üstad
− Rasûlullâh Aleyhisselâm’ın temelini İbrahim Aleyhisselâm’ın HANÎF’liği oluşturur!.. Bu da demektir ki, Hanîf olamadığımız sürece, bu temeli elde edemediğimiz sürece Hz. Rasûlullâh’ın yolundan gitmemiz −düşünsel olarak− mümkün değildir!..
Bakın bu vesileyle şu uyarıda bulunayım…
Hayalinizde, hâlâ, kurtulamadığınız bir tanrı var, “Allâh” etiketli!
Bu tanrının elçisi var, yukarıdakinden vahiyler alan! Yukarıdakinin evliyası var hayalinizde!.. Ve o yukarıdakinin aşağıdaki “MEHDİ”si var hayalinizde!..
Hayalinizde geliştirdiğiniz ile gerçekteki var olan ve yaşanan birbirinden çok farklı!..
İsimlerle, sıfatlarla hüküm yürütmeyi bırakın da; objektif ortada olanı değerlendirerek; geçmişte, bu nasıl değerlendirilmiş ve isimlendirilmiş olabilir noktasına gelin!..
Bu çok önemli...
Geçmişteki sembollerin hayalinizde oluşturduğu senaryo ve rolleri, bugün bulmaya çalışmayın!..
Bugün mevcut olanların, geçmişte hangi sembollerle işaret edilmiş olduğunu anlamaya çalışın...
Bu iki bakış arasındaki farkı anlayamıyorsanız, birbirinizle tartışıp, konuya açıklık getirin... Benden bu kadar!..
Çok saatinizi aldım; bağışlayın; hayırlı geceler hepinize...