Allâh indîndeki tek Din İslâm’ı, yani “Allâh’ın yaratmış olduğu sistem ve düzeni” onların seviyesine göre açıklamışlardır...
Şimdi bu olayları, Tek’ten çok’a bakışla değerlendirirsek...
Tek, “mertebeleri, mertebelerin ehillerini ve mertebelerin gereği olan özellikleri yaratmıştır”ı gözlemleriz... Ve herkesin yaratılış mertebesine göre özelliklerle donatıldığını görürüz...
Kim hangi görevle zâhir kılınmışsa, elbette ki görevinin kemâlâtına da hâizdir.
Ama o kemâlâta sahip olamayanlar tarafından, o kemâlât sahipleri noksanlı olarak mütalaa edilebilir doğal olarak ve bu da zaten olması gerekendir..
Şimdi bizler gibi normal insanlar, bir Nebi veya Rasûl’deki kemâlâtı kapsayamayız...
Onun için de, onları değerlendirmeye tâbi tutamayız!
Ancak biz, bir Rasûl tarafından bu konuda bilgi gelmişse, buna iman eder ve ona göre onları değerlendirmeye çalışırız...
Nebi’ler, kendi hakikatlerini bilerek, geldikleri toplumların yaşam düzeylerine göre, bir ileri basamağı öneren görevli zâtlardır...
“Rasûl”ler de Rasûllük ettikleri mertebenin “Rasûl”leridir...
Hazreti Muhammed’den sonra gelen bütün hakikate vâkıf olmuş zâtlarsa, vâkıf oldukları hakikat nispetinde, Hazreti Muhammed’in ilminin yayıcılarıdır ve hiçbiri Nebî olamaz!
Çünkü Nübüvvet devri kapanmıştır Hz. Muhammed ile birlikte...
Kıyamet alâmeti olarak bildirilen Deccal’in çıkışı gerçekleşmeden, o devrin Müceddidi’nin kim olduğunu da kimse bilemez!
Çünkü, “Müceddid”lik bâtında görülen bir işlevdir; ve Kutb-ul İrşâd gibi bâtınen yapılan bir yayın söz konusudur bu görevde... Geldikleri çağın toplumunun anlayışına göre İslâm Dini’ni anlatan, açıklayan, “Din” anlayışını geçmişteki eklenti ve hurafelerden arındıran zâtlarmış “müceddid”ler… Kendilerini yaşadıkları topluma açıklamaları gerekmezmiş…
Nitekim, şu an hicrî 1418’de olmamıza ve yüzyıl başını 18 sene geçmemize rağmen, −kesinlikle bu devrin müceddidi gelmiş olmasına rağmen− ortada bir müceddid görememekteyiz Dünya üzerinde!
Demek ki bu yüzyılın müceddidi de, −Allâh bilir nerede ve ne zaman− gelmiştir ve bâtınen görevini yapmaktadır… Ama ne yönde ve nasıl?
Ayrıca, “müceddid”ler, bir ülkeye değil, dünya toplumuna ve dünya yaşamına dönük olarak görev yaparlar duyduğum kadarıyla...
Hâlbuki insanların çoğu, siyasî anlamda bir müceddid ve halife hayaliyle yaşamaktalar; siyasî anlamda İslâm saltanatı beklemektedirler benim düşüncemin tersine olarak!
İnsanlar, İsa Aleyhisselâm’dan siyasî krallık ummuşlardır; yanılmışlardır; çünkü o kendi krallığına değil semânın krallığına yani ölüm ötesi boyutta saltanat sürmeye davet etmiştir onları... İnsanlar yanılmıştır O’nu değerlendirme konusunda...
İnsanlar, Muhammed Aleyhisselâm’ı da siyasî lider gibi görmek, kral gibi düşünmek istemişlerdir; yanılmışlardır; çünkü O da insanları gidecekleri boyutun sultanı olarak yaşamaya davet etmiş ve bu dünyada bir yolcu gibi yaşamaya davet etmiştir onları…
Rasûlullâh Aleyhisselâm’ın bütün vârisleri dahi, siyasetle ilgilenmemiş ve “Rasûl”lük yolundan yürüyerek, insanlara ölüm ötesi yaşama kendilerini hazırlamalarını; “Halife” olarak bu dünyadan ayrılmalarını tavsiye etmişlerdir… Bizim tespitimiz −yanılıyor olabiliriz ama− böyle!
Dünya’da rejimler gelir ve geçer... İnsanlar gelir ve geçer!..