“Orucun ecrini ve sevabını vermek bana düşer”!
Kişinin yaptığı bütün hayırlı amellerin karşılığı bire ondur!
Ama hadîs-î kudsîye göre, orucun ecri ve sevabı belli bir miktar değildir... Yani, herhangi bir kıyasa girmeyecek şekilde orucun insanlara kazandırdıkları var.
Orucun en zor süresi ilk iki gündür... Bünye düzenli sürelerle belirli gıdaları almaya programlandığı için, özellikle şeker düşmesi sonucunda, birinci gün genellikle baş ağrısı olur... Migreni olanlarda, migren tutar; migreni olmayanlarda akşam saatlerinde, baş ağrısı tutar. Fakat, en fazla iki gün sonra, bünye adapte olur ve baş ağrıları geçer; ve orucunu gayet istikrarlı bir biçimde devam ettirebilir kişi! Orucun zâhirdeki faydası bu!
“Oruç”, Hz. Muhammed Mustafa (aleyhisselâm)’dan önce gelmiş olan Nebilerin zamanlarında da değişik şartlarla vardı.
“Oruç” esası itibarıyla, sadece yemek-içmek ve seksten kesilmek değildir! “Oruç”lu iken özellikle dikkat edilecek bir husus var…
Bunun en başında Allâh için “oruç” tutmayı idrak ederek, gıybeti, dedikoduyu, insanları kandırmayı, insanları kandırarak menfaat temin etmeyi kesmek! Orucun bedensel yanının ötesinde, düşünsel yanındaki en önemli unsurlar bunlar!
Gıybet eden bir kimseye:
“Oruçlusun, et yiyorsun! Bu nasıl iştir?” denmiştir...
Çünkü Kurân’da “gıybet etmek”; “ölmüş kardeşinin çiğ etini yemek” diye tarif edilmiştir... Bu yüzdendir ki “oruç”lu bir insan, falanca şöyle yaptı, filanca şöyle yaptı dediği zaman; bu ister arkadaşın olsun, ister politikacı olsun, kim olursa olsun; yanında olmayan, arkasından konuştuğun kişi hakkındaki o davranışın, senin “oruç”lu iken, ölmüş kardeşinin çiğ etini yemendir!
Hakkında konuştuğun kişi, duyduğu zaman, senin söylediğinden memnun kalmayacaksa; sen o sözlerinle onun çiğ etini yiyorsun! İstediğin kadar, ben “oruç”luyum, de!.. Hem de, pirzola değil, çiğ ölü eti yiyorsun! Orucun ne hâle geldi bir düşün!
Bu orucun “avam”a hitap eden yönü...
Bunun ötesinde bir de “havâss”ın orucu var.
“Havâss”ın orucu ise, varlıkta mutlak tasarruf sahibi olan Hakk’ı fark etmek ve kavramak suretiyle; Allâh dışında bir varlık, Allâh’ın tasarrufu dışında tasarruf görmekten “imsak”tır.
“Oruç”lu kişi, senden bir fiil gördüğünde bu fiili senden bilirse, onun orucu bozulmuştur! Ama bu havâss için geçerli, bizim için değil. Bizimle alâkası yok bu olayın...
Ebrâr denilen ve Havâss durumunda olan; Allâh’a ermeyi dileyen, nefsi Mülhime, nefsi Mutmainne durumunda olanlarla ilgili bir olay... Ne zaman ki sen herhangi bir fiilden, herhangi bir davranıştan dolayı o fiili meydana getiren o varlığı hor görürsen; eksik, kusurlu, hatalı görürsen, ona hor gözle bakarsan; sen eğer havâss isen işte o anda senin orucun sakatlanmıştır! Veya düşünceye, fikre göre orucun bozulmuştur... Kazası gerekir!
Saydıklarımıza ilaveten, “havâss” durumunda olan kişinin orucunda, kimden ne fiil görürse görsün, “Bu fiilin fâili Hakk’tır! Hakk’ın her fiili yerli yerindedir. Bir hikmete dayalı olarak meydana gelmektedir” görüşü sürecek; kızmayı, üzülmeyi ve sinirlenmeyi yaşamayacaktır!
Kızıp üzülüyorsa, sinirleniyorsa, birtakım oluşları yersiz görüyorsa o kişi orucunu kaza etmek zorundadır! Elbette bizler için söylemiyorum bunu, havâss düzeyindekiler için söylüyorum. Havâssın orucunda bu böyledir. Falanca, filanca böyle yaptı demek yok! Her an müşahede hâlinde değilsen ebrâr sınıfından olarak, bu böyle!
“Fâili hakiki Allâh’tır. Allâh dilediğini yapandır. Yaptığından sual olmaz!” müşahedesi “havâss”ın orucunda esastır!
Bu müşahedeyi kaybettiği anda bulunduğu mertebenin orucunu bozmuş olur!
“Hassül havâss” orucuna gelince...
Beşerî değerlendirmelerden “oruç”tur!
Mahlûku görmeden “oruç”tur!
“Samediyet” sıfatının “oruç”luda açığa çıkışıdır!
Bunu ancak yaşayan bilir!
Açıklanması, kavrayamayacaklar arasında sorun oluşturur...