Ondan sonra “Subhaneke ve bihamdike”yi okudun; her zerrenin “O”nu tespih ettiğini, “O”nun bütün eksik kavramlardan münezzeh olduğunu; her bir yaptığının mükemmellik olduğunu; her bir var ettiğinin ayrı bir mükemmeliyeti sergileme amacına dönük olduğunu idrak etmiş olarak dile getirdin.

“O”nun “hamd”ı ile “hamd” ederim, dedin... Yani, sadece “ALLÂH” kendi kendini idrak edip, değerlendirebilir, dedin...

Zira, ALLÂH’ı ALLÂH’ın dışında bir varlığın idrak etmesi mümkün değildir!

Övüp, yüceltmek ancak idrak etmekle mümkündür! Bizim “Allâh”ı değerlendirip, övmemiz, yüceltmemiz mümkün değildir…

…Ve hatta böyle bir şeye kalkışmamız “O”na bir nâkısiyet atfetmektir!

Gerçeğiyle, ancak ve sadece, ALLÂH kendi kendini anlayıp, bilir ve değerlendirir, demektir “Hamd”ın mânâsı!

Ondan sonra, EÛZÜ BESMELE’Yİ okuyup yani seni tanrına tapınmaya yönelten ve de varsayımdan oluşan düşüncelere saptırıcı olan “CİN KÖKENLİ” ilham ve vesveselerden, “ALLÂH”a sığındın...

“B”ismillâh’ir Rahmân’ir Rahıym...

“Varlığımı da oluşturup ismi “ALLÂH” olan Rahmân’dır Rahıym’dir… Ki O’nun namınadır eylemim!”

Dedin... Ve…

Bu arada ALLÂH, dilinde okudu!

Kendi kuvvet, kudret ve ilmiyle var olan âlemlerin Rabbi olan “Allâh”ın, özelliklerinin eseri olan âlemlerini seyr hâlinde olduğunu; ve o âlemlerin terbiye edici, yönlendirici, var edicisinin de “Allâh” olduğunu açıkladı... Daha doğrusu bunun böyle olduğunu sende dile getiren Allâh oldu!

Sen, “yok”luğunu fark ettin, böylece çıktın aradan, ortada kaldı sadece Yaradan; ve Allâh sende bu mânâyı ifade etmeye başladı.

 “FÂTİHAnın açıklamasını “HZ. MUHAMMED NEYİ OKUDU?” isimli kitabımızda elimizden geldiğince yaptık... Arzu edenler oradan okuyabilirler... Ondan sonra rükûya giderken de, “Allâhu Ekber” diyorsun.

Belden yukarısı yere paralel, bele kadar dik bir biçimde...

Deminki âyetleri okurken, kıyam hâlinde ayakta dik duruyordun... Varlıkta hükmünü icra eden “HAYY” ve “KAYYUM” Hakk’ın kelâmı senden “kıyam”da açığa çıkıyordu!.. Varlıkta dimdik duran, her an geçerli sistem ve düzen olan “Allâh” hükmü senden açığa çıkıyordu... Bunun için dimdik ayakta idin...

Ondan sonra Esmâ özelliklerine dayanan bileşik yapın nedeniyle; terkipsel yapıların Rabb-ül âlemîn önünde boynu eğik olması sebebiyle; bu varlıkta ilâhî hükümlerin gereğinin senden çıkmasına işaret eden bir biçimde rükûya eğildin...

Belden aşağın dik, belden yukarın yere paralel; varlığının bir kısmı ile kulluğunu yerine getirmedesin, varlığının belden yukarısı yani, idrak yanıyla, şuur yanıyla bu evreni vareden mutlak varlık önünde eğilme durumundasın. O’nun varlığını, tekliğini tasdik etme durumundasın...

Ayrıca...

Belden yukarısının eğik, yere paralel durması, “fıtrî kulluğu” ifade ediyor! Belden yukarının yere paralel olması, senin, varlıkta Hakiym olan mutlak varlığı idrak etmek suretiyle; “O”nun ilmi, kuvvet ve kudreti önünde eğik, teslim olmuş bir durumda olduğunu ifade ediyor... Bu idrakın sende var olduğunu gösteriyor.

Buna karşın yere dik bele kadar olan bölümünle de mutlak vücudun varlığıyla, varlığının idâmesine işaret etmektesin!

Esmâ terkibi sonucu var olan vücudun varlığını oluşturan “Hakkaniyet” yönünden bele kadar dik; Esmâ özelliklerinden meydana gelmesi sebebiyle de Rabb-ül âlemîn’e tâbi olması yönünden “O”nun önünde belden yukarısı bükülü!

RÜKÛ; Ulûhiyet önünde, Rubûbiyet hükümleriyle var olan varlığın sembolizesidir!

Bu durumda tespih yapıyorsun.

“Subhane Rabbiyel aziym”

“Aziym olan, azamet sahibi olan Rabbim Subhandır.”

Her bir zerrede “O”nun hükmü yerine gelmektedir. Her bir zerre “O”nun varediş gayesine uygun davranışlar ortaya koymak suretiyle; kulluğunu ifa edip fıtrî tespihini yapmaktadır!

90 / 98

Bunlar da İlginizi Çekebilir

Bu Kitabı İndirebilirsiniz!