Biz, beynimizin faaliyetlerinin pek çoğundan bîhaberiz!
Ancak, haberdar olmamamız, bir şeyi değiştirmez ve biz, beynimizin yaptığı sayısız işlevden habersiz olsak da, beyin bu görevlerini yapar...
“VAY HÂLİNE O (âdet diye) NAMAZ KILANLARA Kİ; ONLAR, (iman edenin mi’râcı olan) SALÂTLARINDAN (okunanların mânâsını yaşamaktan) KOZALIDIRLAR (gâfildirler)!” (107.Mâûn: 4-5)
“ONLAR (iman edenler) SALÂTLARINDA HAKKIYLA ALLÂH’I MÜŞAHEDE ETMENİN YAŞANTISI (huşû) İÇİNDEDİRLER.” (23.Mu’minûn: 2)
“ALLÂH” azametini fark eden insanın, bu sonsuz yücelik yanında kendi “hiç”liğini fark etmesi; ve bunun sonucunda da hissettikleridir “HUŞÛ”!
Bu âyetlerin anlamlarını yeterince anlayamayanlar, “sen namazda dünyadan yeteri kadar arınamıyorsun, Allâh’a yönelmiyorsun, dolayısıyla namazın kabul değildir” gibi hükümler verirler...
Oysa bu yorum, bu anlayış tamamen yanlıştır! Çünkü namaz, birinci derecesinde söylediğim gibi, kılınma şekliyle, senin ölüm ötesi azaptan, cehennemden korunman için gerekli olan enerjiyi sağlayacaktır.
Burada “huşû olmazsa, olmaz” denmesi, “Mi’râc olmaz” anlamınadır! “Allâh’a vusûl olmaz” anlamınadır!
Kişiye Din’de önerilen çalışmaların iki amacı vardır:
1. Ölüm ötesi yaşamda çeşitli ortamların azabından korunması.
2. “ALLÂH”a dünyada yaşarken ermek!
Bu ikisini birbirine karıştırmamak gerekir.
İçinde huşû olmayan namaz, “Mi’râc” olmaz, ama huşû olmayan namaz kılınır ve kılınan namaz kişiyi çeşitli azaplardan korur.
İşin içyüzünü bilmeyenlerin sözlerine kapılıp; “Mâdemki namazı tam hakkıyla kılamıyorum o hâlde hiç kılmayayım” demek büyük gaflettir! Bilmeyenlerin sözlerine kapılıp, işin gerçeğinin kapsadığı büyük sırdan mahrum kalmaktır... Papaza kızıp “oruç” bozmaktır!
Baklava-börek yiyemiyorum o hâlde aç kalayım; diyerek önüne gelen kuru fasulyeyi geri çevirmeye benzer!
“Namazı kıl”, ayrıca da “namazı ikame” nasıl olur diye de araştırmanı yap!
Evet, gelelim namazın “ikame”sine:
Namaza dururken “ALLÂHU EKBER” deriz.
Başlangıç “tekbir”iyle birlikte, eller avuç ayaları karşıya bakar şekilde yukarı kalkar; ama kolunu kaldırma işini başına veya omuzuna kadar kaldırmışsın, veya ellerini kulağına değdirmişsin bu önemli değil!
Mühim olan, vücuda paralel bir biçimde ve avuç ayaları karşıya bakar bir şekilde ellerini başa doğru kaldırmandır... Bunun mânâsı “Allâh ile aramdaki tüm perdeleri kaldırdım arkama attım”, demektir.
“Tekbir” yani “Allâhu Ekber” sözünden murat;
“O” öylesine sınırsız, sonsuz ilim ve güç kuvvet sahibidir ki, “O”nun dışında bir varlık yoktur; demektir.
Şimdi bunu düşünerek namaza girdiğimizi düşünelim... “Allâh”ın Tekliğini, yüceliğini; her varlıkta her zerrede var olanın “O” olduğunu müşahede ederek namaza durduk.
İşte “namazın ikamesi” başladı...
“İnniy veccehtü vechiye lilleziy fetaresSemâvati vel Arda Haniyfen ve ma ene minel müşrikiyn”(6.En’am: 79)
“Muhakkak ki ben vechimi (bilincimi) hanîf (tanrı objesiz) olarak, semâlar ve arzın Fâtır’ına (her şeyi yaratış amacına göre programlayarak Yaratan’a) yönelttim... Ben müşriklerden değilim!”
“İnne Salatiy ve Nüsükiy ve mahyaye ve mematiy Lillâhi Rabbil alemiyn; ve Lâ şeriyke leHU ve Bi zâlike ümirtü ve ene evvelül müslimiyn” (6.En’am: 162-163)
“Muhakkak ki salâtım (yönelişim - namazım), nüsukum (Allâh’a yaklaştırıcı işlevi olan çalışmalarım), hayatım ve ölümümle yaşayacaklarım; Rabb-ül âlemîn olan Allâh içindir (Allâh Esmâ’sına ait özelliklerin açığa çıkması içindir). ‘HÛ’ için ortak kavramı düşünülemez! İşte bununla hükmolundum; ben teslim olmuşluğunu yaşayanlardanım.”