Birincisi, maddesel bir beden içinde yaşantısını sürdüren ve kendini bulmaya bu şartlar içinde çalışan ‘insan’ adı verilmiş birimler...
İkincisi, sizler gibi maddesel bedenleri olmasa da, gene de maddeye dönük ışınlardan oluşan ve bu oluşuma rağmen de, madde ötesi bedenleri ile Güneş sistemi içinde yaşayan ‘Setri’liler...
Üçüncü olarak da, sadece ‘akıl birimleri’ olarak varlığı olan, buna karşılık hiçbir madde ötesi yapı ile dahi alâkası olmayan saf akıldan ibaret olan bizler...”
Cem anlayamamıştı:
“Yani, sizinle Setrililer arasındaki fark nedir?”
“Şu an için şöyle anlatayım... Setrililerin, asıl yapıları sizin X-Ray dalgaları dediğiniz türden, ışınsal bir yapıdır. Akıl da, bu ışınsal yapının davranışlarını düzenler... Bizde ise, böyle bir dalgasal yapı yoktur ve sırf akıldan ibaretiz!.. Ancak, gerek duyduğumuzda, Setrililer veya Dünyalılar ile temas kurabilmek için, bu ışınsal yapıyı meydana getirebiliriz...”
“Nasıl?..” diye atıldı Gönül...
“Özür dilerim, ama bugünkü bilgi seviyenizle, bunu size anlatmam mümkün değildir!”
Cem’in de aklı, tam kavrayamamıştı bunları pek... O karşısındaki hayalin aslını merak ediyordu şimdi...
“Bize yaşadığın âlemden söz etsene biraz!..”
“Memnuniyetle... Kurgas dize yıldızları, deriz bizim içinde bulunduğumuz sisteme...
Sizin Güneş sisteminizin, çok minik bir bölümünü teşkil ettiği Samanyolu’nun, çok daha ötesindeki bir sistemdir bizimki!.. Ancak, sizin bilim adamlarınız, bizim dize yıldızları tespit edemez!.. Çünkü, maddesel bir kitle hâlinde değildir Kurgas dize yıldızları... Keza bizim İdepya da!..
Enerji kitlelerinden ibarettir, bizim bütün sistemimizin yıldızları... Elektromanyetik dalga birikimleri de diyebilirsiniz belki ama, tam böyle de değildir... Bizim yaydığımız dalgaları siz algılayamazsınız araçlarınızla! Buna benzer bir şey işte... Bizde zaman birimi yoktur gerçekte!.. Ama olayların sıralanışını ifade için gün deriz... Ancak bu tâbirler, sizde olduğu gibi yıldızların devrine işaret etmez... Şayet size kıyaslamak gerekirse, bizim bir günümüz sizin bin yılınız gibidir... Yani bizde bir gün geçince, sizde yaklaşık bin yıl geçmiş gibi olur... Yani, ortalama on üç insan ömrü...”
“İyi ama sizde böyle ay, gün gibi kavramlar olmadığına göre, bu kelimeler ne ifade ediyor aranızda?..” diye Gönül sordu:
“Bizde ömür üçe ayrılır... Temel bilgi birikimi devresi... Bu devre, günlerle ifade edilir!.. Temel bilgilerin evrende tatbikiyle karşılaşmamız ve bunu bilfiil yaşamamız dönemi... Bu da aylarla anlatılır... Nihayet, evrenin belirli bir bölgesinde, o bölgenin gelişmesiyle alâkalı olarak görev almamız; bu da yıl ile ifade edilir...”
“Ya yılın sonunda?..”
Cem’in bu sorusuna, gülümseyerek cevap verdi Elf:
“O zaman, sizin deyişinizle ecelimiz gelmiş olur, dış dünyadan tamamıyla elimizi çekerek, öze döneriz ve özde yaşarız.”
“Yani ölürsünüz!..”
Sözün burasında bir anlık sükût oldu...
Cem’in de, Gönül’ün de kafası allak bullak olmuştu... Sanki aldıkları bilgilerin yerleşmesini istedikleri için öylece kalakalmışlardı...
Elf ayağa kalktı ve konuştu:
“Sizin için vakit hayli geç oldu...”
Saate baktılar... Gecenin üç buçuğuna geliyordu... Nasıl da zaman su gibi akıp gitmişti...
“Yarın sabah ikiniz de işe gideceksiniz... Görüşmemize şimdilik ara verelim arzu ederseniz... Yarın akşam gene görüşürüz... ÖZDE!..”
...Ve bir anda odanın içinde gözden kayboluverdi Elf!
İkisi de şaşkın birbirlerine bakakaldılar oda içinde... Nasıl gelmişti, nasıl gitmişti...
“Gitti mi yani şimdi uzaylı?..” diye sordu Gönül…
“Galiba evet!..” diye cevapladı Cem…
“Herhâlde devamı yarın akşam...”
Gönül ayağa kalktı ve elini Cem’in omuzuna koyarak sordu:
“Cem... Biz hayal görmedik değil mi?”
“Valla hayal de desen olur, gerçek de... İkisi öylesine birbirine girdi ki bu akşam, nerede hayal bitip, nerede gerçeğin başladığını anlayamıyorum şu anda!..”
Cem, yerinden kalkıp yatak odasına doğru yürürken, devam etti söze:
“Eğer bu hayal gerçekse, galiba biz hayaliz!..”
Az sonra ikisi de yatağa yatmış ve tonlarla yük taşımış gibisinden yorgunlukla hemen uyuyakalmışlardı...