“Hz. Muhammed’in Açıkladığı ALLÂH” isimli kitabımızda detaylarını verdiğimiz üzere; Kabir âlemi,kişinin biyolojik hâlihazır bedenini terk etmesinden sonra içinde yaşadığı mezardan geçtiği âlem ya da boyuttur!..
Berzah âlemi ise; Nebiler, şehîtler ve bazı velîlerin hâlen yaşamakta oldukları ve zaman zaman bir araya gelerek görüştükleri âlemdir...
Mahşer âlemi ise, “kabir” âleminde kabuslar içinde veya güzel görüntülerle yaşamlarını sürdürenler ile; “berzah” âleminde serbest dolaşanların tümünün bir araya geleceği; ve herkesin Dünya’da yaptıklarının kesin neticelerini görüp alacağı süreçtir!..
Sırat devresi ise, “cehennem” içine çekilmekte olan Dünya üzerinde bulunan insanların, “cennetler” ismiyle tanımlanan ortama kaçış olayıdır...
Dünya’da iken yaptığı çalışmalar sonucu elde ettiği güç oranında, kişiler, geçiş süreci içinde cehennemin ıstırabını çekerler... Ya da güç yetersizliğinin doğal sonucu olarak kaçamayıp, sonsuza dek orada kalırlar...
Yahut da, bütün bu aşamalardan geçerek, neticede “Cennet” ismiyle işaret edilen, Allâh’ın kendisine bahşetmiş olduğu “hilâfet” özellikleriyle, her istediklerini oluşturacakları mutlu yaşam boyutuna geçerler...
İşte belki de yüz milyonlarla seneleri kapsayacak böyle bir süreç ve olaylara “gayb” kelimesiyle işaret edilmiştir!..
Diğer taraftan olayın bir başka yönü daha vardır...
İnsan türüne göre gayb başkadır; cin türüne göre gayb başkadır; melek türlerine göre dahi gayb başka başkadır!..
Yani, sadece insana “göre” gayb söz konusu olmayıp, tüm varlık türlerine göre de “gayb” değişik değişiktir... Ki bu yüzden, bu “gayb” türüne “Gayb-ı muzaf” yani “göresel gayb” derler...
Ayrıca, “Bilgayb” ibaresini, “B” sırrına dayalı bir şekilde anlarsak;
“Onlar, gayblarında bulunan “hilâfet” sırrını oluşturan Allâh isimlerinin işaret ettiği biçimde, gayblarının, “Gaybı Mutlak” olduğuna; bunun asla ve kesinlikle kapsanamayacağına ve kavranamayacağına iman ederler.”
Mânâsını dahi fark edebiliriz!
“İMAN”a gelince...
“Yu’minune Bilgaybı”daki “İMAN”a...
Burada bahsedilen “iman” iki mânâda anlaşılır...
Tahkike dayalı inanış... Yani, kişinin yapmış olduğu araştırma ve tetkikler sonucunda işin hakikatini anlaması ve aklının erebildiği kadarını kavrayıp; aklının eremediğine de iman etmesi...
İşte bu, “tahkik” yoludur...
Sezgiye dayalı inanış... Genelde tüm inananların içlerinde hissettikleri bir inanış... Zorlamayla bir nedene bağlanabilir; ama gerçekte, sadece bir sezgi, bir hissediş ile oluşan saf bir imandır...
Bir de bu ikisinden ayrıca, çevrenin etkisiyle, “herkes” öyle diyor, kabulleniyor, diye taklit yollu inanış var!..
Bütün bunlardan sonra, bir de imanın çok üst derecesi olan “İKÂN” vardır ki, ona da sırası geldiğinde gireceğiz...
Demek oluyor ki; “yu’minune bilgaybı” açıklaması “gayb”ın şartlanma veya hissediş, yahut da hakikatini kavrama şeklinde üç yollu kabullenilişini açıklamaktadır...