Bu noktada, âlemler yaratılmıştır!..
Kesret-çokluk bu noktada meydana gelmiştir...
Bu noktada varlık ve yokluk; bu noktada Hâlık ve mahlûk; bu noktada Rab ve abd mânâları, fiile dönüşmüştür.
Fiil mertebesindeki fiilleri meydana getiren fâil, o fiillerin mânâlarıdır ki; o mânâlar, O Zâtın kendinde bulduğu mânâların ortaya çıkıp çıkmaması ile alâkalı olan mânâlardır... Yani belli ilâhî isimlerin mânâlarının, aşikâre çıkması veya çıkmasındaki şiddeti zuhuru, neticede bu fiilleri meydana getirmiştir… Ki bu da dilemesine bağlıdır!..
Efâl mertebesinin özünde mevcut olan hayatiyet, o varlıktaki Kudsi Ruha, Ruh-ül Kuds’e aittir!..
“Kudsî Ruh” denir, “Küllî Ruh” denmez!.. Çünkü “küllî”nin karşılığı olan “cüz”iyet Ruh için söz konusu değildir!..“Ruh”un “cüz”lüğü olmaz!.. Ruh’un cüziyeti, cüzleri olmayacağı içindir ki, bütün varlıktaki Sâri Ruh, Tek Ruh kastedildiği zaman, Kudsî Ruh tâbiri kullanılır…
Bütün isimlerin mânâlarının mevcut olması ve tüm varlığa yayılmış, sâri olması hasebiyle de bu, Kudsî Ruh’ta mevcut olan tüm isimlerin mânâları, bütün isimlerle anılan varlıklarda mevcuttur.
Bu itibarla, kâinatta mevcut olan tüm varlıklar, bu Kudsî Ruh’un mânâlarının birbiri tarafından görülmesinden başka bir şey değildir!..
Varlığın tümüyle, bu mânâlardan ibaret olması hasebiyle ve bu mânâların bakış açısı itibarıyla; Efâl mertebesinin varlığından söz etmek mümkün değildir!..
Çünkü Efâl mertebesinin varlığı, bir diğer bakana nispetledir. Bir arının dünyası ve âlemi ayrıdır; bir insanın dünyası ve âlemi ayrıdır; bir atomun milyonda bir küçüklüğünde olan bir mezonun dünyası ayrıdır.
Saniyenin on milyonda biri kadar olan bir süre içinde, doğan, büyüyen, çoğalan ve yok olan varlık ve on milyar senede kemâle ulaşıp bir o kadar sene sonunda yok olan varlık; her biri kendi boyutuna göre vardır, kendi yaşam ölçüsüne göre vardır; fakat bir diğerine nispetle, o varlığın varlığından söz etmek de mümkün değildir!..
Bu böyle olduğuna göre çıkan sonuç nedir?
Çıkan sonuç şudur:
Âlemlerin Rabbi olan Allâh, yarattığı âlemlerde Zâtı ile mevcuttur!..
Bu âlemlerde, her zerrede, kendinden gayrı bir varlık olmadığı gibi; kendi mânâlarını da gene kendisi seyretmededir!..
Öyleyse “yaratma” dediğimiz olay, mânâların fiiller mertebesinde aşikâre çıkışıdır!.. Fiiller mertebesinde aşikâre çıkan her bir fiil yaratılmıştır!..
Yaratılmış, çeşitli isimler alır... İnsan, maden, hayvan vs… Ve bunlar, bütün yaratılmışlıklarına karşılık, varlıklarını tümüyle Hakk’tan alırlar!.. Hakk’ın varlığı ile kaîmdirler.
Hakk’ın varlığı ile kaîm olmaları, kendilerinde “Kayyum” isminin mânâsının mevcut olmasındandır!..
Her biri, kendi yönünde ne yapması gerektiğini bilir!.. Çünkü, “Aliym” ismi de kendilerinde mevcuttur!..
Ancak bu isimlerin o fiil mahallinde aşikâre çıkmaları, o mahallin “kabiliyet ve istidadına” yani bu mânâları aşikâre çıkarmada pay alışına; hisse alışına göredir!..
Her bir mânâ, neyi gerektiriyorsa, o mânânın gerektirdiği fiil, oradan aşikâre çıkar. Bu fiilin ortaya çıkması da Allâh’ın dilemesinden başka bir şey değildir!..
Rabbin Allâh’tır!.. Sen Rabbinin kulusun!.. Rabbinin kulluğunu yerine getirmen yönünden; Allâh’ın emrini yerine getirmiş olursun!.. Ama Rabbinin emrini yerine getirmen yanı sıra, Allâh’ın yerine getirmeni istediği, bütün emirleri yerine getirmekle mükellefsin!.. Bu mükellefiyetini yerine getirmemenin neticesi ise, “Nefsine zulmetmek” ve bundan dolayı da “azap”adüçar olmaktır…
Zira “nefsinin hakikati”, “Allâh’ın hakikati”dir...
Nefs, bir şeyin Zâtıdır… Oysa, varlığın Zâtı, Allâh’tır!..
Sen nefsine zulmetmekle, Allâh’ın hakkını vermemiş oluyorsun!.. Bunu yapmanın sebebi de yaratılmışlığın hükmü altında, varlığının hakikatini müşahede edememendir!..
Eğer bilirsen ki, ne yönden kulsun, ne yönden Rab; ve bilirsen ki Allâh senin nendir; ve bu bildiklerinin hakkını yerine getirirsen, işte o zaman ilâhî saadete ermiş, Allâh’a vâsıl olmuş, Dünya’da iken cennete girmişlerden olursun!..