İnsan yaratılmadan önce yeryüzünde “CİN” denilen dalga (wave) bedenli tür yaşamaktaydı...
Bu cinlerin o devirdeki önderi de “AZAZİL” adıyla bilinen bir “Cin” idi...
ALLÂH kudretiyle, “insan” denen varlık moleküler yapıdan oluşan bedenle Dünya üzerinde meydana geldiği zaman, yeryüzü melekleri onun hangi üstün meziyetlere sahip olduğunu fark edemediler...
Ne var ki “insan”, hakikati itibarıyla “NEFS”in “Sâfiye” hâlinde yaşanacak “Allâh” yakînine istidatlı varlıktı; ve bu yüzden de “HALİFE” olmak şerefi üzere fıtratlanmıştı!..
“AZAZİL” denen, sûrete bürünmüş yeryüzü meleklerini de algılayan “Mülhime nefs” mertebesinde olan cin; daha sonra vahiy yollu insanın özündeki yüceliğe secde eden meleklere uymadı ve secde etmedi!..
Bunun esas sebebi de meleklere vahyolan hakikatin kendisine vahyolmamasıydı!..
“Azazil” esas itibarıyla, tasavvuftaki “MÜLHİME NEFS” mertebesinin irfanına; yani “İlm-el yakîn” mertebesinde “TEK”lik bilgisine sahipti!.. Bu yüzden de diğer bütün cinlerin önderi durumundaydı!..
Nitekim, A’raf Sûresi’nin 16. âyetinde işaret edildiği üzere, yaptığı yanlışın; yani “İBLİS” ismini almasına yol açan içine düştüğü iltibasın (ikilemin) Allâh tarafından kendinde meydana getirildiğini itiraf etmekteydi...
Bu arada, içine düştüğü ikilemde yanlışı seçmesi yüzünden “İblis” adını alıyordu...
İşte İblis’in, bu olay sırasında, yapısında bulunup da o an’a kadar ortaya çıkmamış olan “şeytaniyet” vasfı açığa çıkmakta; bu yüzden de bütün insanları kendi durumuna düşürme gayesini hedef edinmektedir...
İblis’in bu özelliğini ortaya çıkarma kararı, artık hem kendisinin hem de onun önderliğini kabul eden tüm cin nesillerinin “şeytan” diye anılmasına ve bu lakapla çağrılmalarına vesile olmuştur...
Bütün bunların sonucudur ki, Kurân’ı ve Hz. Muhammed’in getirdiklerini ya tamamıyla ya da bir kısmıyla reddeden tüm cinler, en büyük amaç olarak insanları “İMANDAN SAPTIRMAYI” kabullenmişlerdir...
“Buyurdu: Birbirinize düşman olarak inin!..” (7.A’raf: 24)
Âyetinin yorumunda, en önemli yorumculardan Fahreddin Razi şöyle der:
“Adı geçenler: Âdem, eşi ve İblis’tir... ‘İniniz’ sözü, bu üçünü de kapsar... ‘Birbirinize düşmansınız’ sözü, CİNLERLE İNSANLAR arasında düşmanlığın kökleştiğini, bunun hiç kalkmayacağını ifade eder.”
Gelelim bu âyetlerdeki işaretlerden bazı anladıklarımıza:
“Oradan İn” diye işaret edilen mahal “MÜLHİME NEFS” mertebesidir!..
Çünkü “Mülhime nefs” mertebesi “TEK”liği biliş mertebesi; yani “İlm-el yakîn” hâlidir ki, orada birimsel “BEN”liğe, yani “tekebbür”e, yani büyüklenmeye asla yer yoktur!..
Çünkü “TEK”lik anlayışında birimsel mânâda “ben”liğe yer yoktur... Bu anlayış bir alt basamak olan “Levvâme” mertebesinde olabilir...
“Mülhime nefs” ilhamlarının idrakında tüm varlık “TEK”tir, ve dolayısıyla secde edilen varlık da “TEK”tir!..
Şayet secdeden kaçınırsan, Âdem’e değil, “TEK”e secdeden kaçınmış olursun!.. O takdirde de orada, yani “Mülhime nefs” mertebesinde kalamazsın! Allâh’tan ayrı varlıklar görme mertebeleri olan “Levvâme” veya “Emmâre” basamaklarına inmen icap eder!
“Mülhime Nefs”in ne olduğunu tasavvufa yakınlığı olmayanlar pek bilemez... Bu nedenle, kısa bir şekilde bunu anlatmaya çalışayım...
Kendini beden kabul eden insan tamamıyla bedene ait tatmin ve zevkler doğrultusunda yaşar ki, bilinç bu düzeydeki düşünceleri itibarıyla “Emmâre nefs” adını alır...
Bilinç, kendinin beden olmayıp, bedenden sonra da yaşamı devam edecek madde ötesi bir varlık olduğunu fark ettiği zaman; gerek kendi özünü, hakikatini tanıma yolundan alıkoyan davranışları, günahları, gerekse de düşünceleri dolayısıyla pişmanlıklar içine girer; yani arapçasıyla kendisine “levm” eder... Bu yüzden de “Levvâme nefs” adını alır... Bu anlayış içinde olan kişiye; abid, zâhit, derviş gibi isimler verilir...
Bu pişmanlığın sonucunda kendi hakikatini araştıran bilinç, yaptığı çalışmalar ve aldığı ilhamlarla da fark eder ki, evrende var olan her şeyin aslı ve hakikati “TEK”tir!.. Her şeyi vareden varlık her şeyiyle “TEK”tir ve “O”ndan gayrı da mevcut değildir!
Öyle ise yine fark eder ki, “ben” dediği zaman işaret ettiği varlık eskiden beri zannedegeldiği kendisi değil, her şeyin hakikati olan “O”dur!..