NEFS, bu noktadan çıkışla ve aldığı ilhamlarla, çok değişik tespitlere erer ki; ilhamlar alan anlamına “Mülhime nefs” diye isimlenir... Bu kişiye de “Ârif” denilir...
“Nefs” mertebelerini bugüne kadar hiç anlatılmadık yönüyle “NEFS” isimli ses kasetimizde açıklamaktayız... Arzu edenler detayları oradan dinleyebilirler... Ayrıca “BİLİNCİN ARINIŞI” isimli kitabımızda da bu konuya çok geniş yer verdik...
Evet… “Büyüklenmekle” kişi, o mertebeden, “Nefsi emmâre” düzeyine “inme” durumuna girer; ki bu da mecazî ifadeyle “ALLÂH’TAN UZAKLAŞMAK”; yani “Allâh’ın lânetine uğramak” demektir!
“LÂNET”; Allâh’tan ayrı düşme, yani reddedilmiş olma; yani “Emmâre nefs” hâliyle yaşama düzeyidir!..
“Mühlet isteme”; “Mülhime nefs” ilmiyle yaşayarak bu ilmin marifetiyle insanlar üzerinde tasarruf etme gücünün muhafazasıdır!..
Cinlerin, “Mülhime nefs” irfanından ileri gelen tasarruf gücüne karşı, insanın savunma silahı ya “İMAN”dır; ya da “Mülhime”nin bir üstü olan “Mutmainne nefs” durumundaki “İKÂN” hâlidir!..
Cinlerden ve bu yolla yapılan büyülerdenkorunmayı sağlayan, Rabbine güvenenlere tavsiye edilen, Kur’ân-ı Kerîm’deki dua ise aşağıda verilmiştir:
“RABBİ İNNİY MESSENİYEŞ ŞEYTANU Bİ NUSBİN VE AZÂB; RABBİ EÛZÜ BİKE MİN HEMEZÂTİŞ ŞEYÂTIYN VE EÛZÜ BİKE RABBİ EN YAHDURÛN. VE HIFZAN MİN KÜLLİ ŞEYTANİN MÂRİD.” (38.Sâd: 41 – 23.Mu’minûn: 97-98 – 37.Sâffât: 7)
“CİNLERİN”, Ruhçulara verdikleri tebliğler; uzaycılara verdikleri tebliğler; Anadolu’da “Ben Evliyayım” diyerek insanların karşısına çıkıp verdikleri tebliğler; “Biz falanca büyük zâtız, seni yetiştirmek ve insanlara faydalı olmak için sana yardımcı olmaya karar verdik” gibisinden verilen söyleşiler hep aynıdır...
Amaç, insanları “İMAN ESASLARINDAN”, din esaslarından, din hükümlerinden saptırmak; ibadetten, dinin getirdiği çalışmalardan uzaklaştırmak!..
“İMAN”ın iki mertebesi vardır:
1. TAKLİT yollu İMAN...
2. İDRAK (tahkik) yollu İMAN...
“Levvâme nefs”, yani nefs mertebelerinin ikincisindeki İMAN, taklit yolludur ki; bu düzeydeki kişiyi cinler, kendisine zarar verecek fiillere sürüklemek ve Allâh'ı kimi işlere karışıp kimi işlere karışmayan bir gök tanrısı gibi kabul ettirmek yoluyla saptırmaya çalışırlar...
Abid ya da zâhit veya derviş diye isimlenen bu düzeydekiler için akla hayale gelmeyecek oyunları vardır cinlerin; ki bunlar saymakla bitmez... Bu konuyla ilgili eserlerde bu oyunlar sıralanmıştır...
“Mülhime nefs” yani nefs mertebelerinin üçüncü basamağı olan ilhama dayalı olan İMAN sonucu oluşan idrak ise, kişiyi varlığın “hakikatine dair marifete” götürür... Ki bu yüzden de bu kişiye “ÂRİF” ismi verilir!..
Cinlerin, “ârif”leri kandırmaları ise, “varlıklarının ‘Hak’ olması sebebiyle hiçbir ibadet ve taate ihtiyaçları olmayacağı, ne yaparlarsa yapsınlar cehennemin onları yakmayacağı” yolundaki telkinlere dayanır!.. Ancak burada fark edilemeyen son derece önemli bir husus vardır…
Her boyutun kuralı kendine hastır; bir boyutun kuralı diğer bir boyutta geçmez!..
Yani, Zât boyutunun veya Esmâ boyutunun gerçeği; Efâl boyutunun kurallarını ortadan kaldırmaz, veya geçersiz kılmaz!..
Bu sebep iledir ki... Yeterli çalışmayı yaparak gerekli enerjiyi ya da nûru toplamayan kişi, hakikati itibarıyla “HAK” da olsa, cehennem ortamına gittiği zaman yanar!.. Tıpkı bugün, hakikati “HAK” olan kağıdın, hakikati “HAK” olan ateşte yanması gibi!..
Tasavvufta, tarikatta öğretilen bilgiler; hakikatte öğretilen bilgiler; marifete dair bilgiler; bunların hepsi de doğrudur!.. Ama bunların hepsi de bilinç boyutunda, şuur boyutunda geçerlidir!
“Ârif”in şayet bu basamaklardan geçmiş bir yetiştiricisi yoksa, burada rahatlıkla “mülhime marifetine sahip cinin” yoldan çıkartıcı telkinlerine kapılarak, “Mülhime nefs” mertebesine gelmişken yeniden “Emmâre nefs” düzeyine düşer!..
Taklidî iman yani “Levvâme nefs” düzeyinde olanları cinler, “Mülhime”nin “marifetinden” mahrum bıraktırmak için “B” sırrından perdelerler... Bunun için de her türlü saptırıcı fikri ilham ederler…
İnsanın kendindeki üstün özellikleri keşfetmesi; ancak Allâh varlığıyla mevcut olduğunu anlamasından ve özündeki Allâh'ı keşfetmesinden geçer!..