Asliyeti yani orijini itibarıyla her ne kadar şekilsiz bir yapıysa da bu ışınsal beden, sen ona yöneldiğin zaman, bir sûretle görürsün büyük bir çoğunlukla!.. Hele daha önceden, yani bedenli devresinden sana yerleşmiş bir imajı varsa, yüzde doksandokuz onu bu sûret olarak görürsün!..”
“Yani şimdi ben, geçmişteki bir şahsı gördüğüm zaman, bu görüşümde yer alan sûret benim hayalim midir?”
“Senin hayal gücünden doğan bir görüntüdür... Zira bu yapı, orijini itibarıyla daha önce de söylediğim gibi bir ışınsal yapıdır!.. Şöyle düşün... Televizyon vericisi bir kişinin görüntüsünü antenden yaydı... Sen şimdi, vericiden havaya yayılan bu dalgaları düşün?.. Bu dalgaların bir sûreti var mıdır?”
“Bilemiyorum!.. Bilemiyoruz... Ancak alıcıda çeşitli devrelerden geçtikten sonra ekrana düşen yansımayı görebiliyoruz...”
“İşte ruhların, diğer bir deyişle dalga bedenlerin görüntüsü, anlatım için bu tür dalgalara benzetilebilir... Ancak sen, o dalgaları değerlendirirken, hayalinde, o konuya dair bildiklerini de toparlayarak bir sûret tahayyül edersin ve böylece kafanda bir sûret belirir...”
“Peki ruhlar âlemi manevî bir âlem değil midir?..”
“Her ne kadar, senin madde bedenine göre manevî, yani madde ötesi bir âlem ise de, esasen kendi yapısına göre, ruhların içinde yaşadıkları âlem, kendi o andaki yapılarına göre maddi bir âlemdir!..”
“Yani, ruhlar âlemi de maddi bir âlem midir?”
“Şunu anlatmaya çalışıyorum... Senin ‘maddi’ hükmün, algılama araçlarına ‘GÖRE’dir!..
Senin algılama aracına sahip olmayan başka biri için, sana göre maddi olan şey, ona göre manevîdir, veya madde ötesidir!.. Dolayısı ile, siz insanlara göre madde ötesi kabul edilen âlem; gerçekte, o âlemde var olan birimlere GÖRE maddi bir âlemdir!..
Sizin, aslında en büyük hatanız, bedeninize hitap eden nesnelerden ibaret bir dünyayı asıl kabul edip; onun ötesini tartışma konusu yapmanızdır. En büyük ilkelliğiniz budur işte!..”
“Algılama aracımızın olmayışından dolayı, kabullenemiyorsak madde ötesi dediğimiz âlemin maddeliğini, nasıl ilkel kabul ederiz ki kendimizi?..”
“Düşünce yoluyla bazı şeyleri idrak ederek!.. En azından, görme ve duyma araçlarınızdan ibret alarak!.. İbretsiz bakan göz, budak deliğinden farksızdır!.. Göz, belirli dalga boylarını beyne iletmekten başka bir işe yaramaz!.. Asıl, beyindir!.. Ancak, siz beyninizi kullanmasını bilmiyorsunuz!.. Ve bu yüzden de, bu ilkel yaşantı girdabından çıkamıyorsunuz.”
Gönül burada söze karıştı...
“Şu ruhlar âlemine dönelim lütfen!.. Ruhlar, şimdi maddi bir âlemde mi yaşıyorlar yani?..”
“Evet, kendi yapılarına göre, kendilerine maddi olarak gelen bir âlemde yaşıyorlar şu anda...”
“Peki toprak altında değil mi onlar?.. Kabir âlemi, dediğimiz âlem, yeraltı dünyası değil mi?”
“Burada yanıldığınız bir nokta var!.. Toprağın altına attığınız, kişinin sadece bedenidir.
Ruhu dediğiniz dalga beden ise, şayet Dünya’da iken yaptığı çalışmalar sonucu kabirden kurtulup serbest dolaşım gücünü elde etmiş ise; kişiye göre değişen bir zaman birimi içersinde, toprak içinden çıkarak havaya yükselir!.. Ancak bu yükseliş, kişinin Dünya’da elde ettiği manyetik güçle sınırlıdır!”
“Yani sonsuza doğru bir yükseliş mi?..”
“Hayır!.. İçinizden geçmişte yaşamış Nebi, Rasûl ya da ermiş dediğiniz, pek az sayıda, gerçeği olduğu gibi görmüş kişi hariç, ne yazık ki insanlık bu konuda büyük yanılgıya düşmüştür...”
“Nasıl yani?..”