“Madde bedeni terk ettikten sonra, insanlık için iki aşama söz konusudur. Birinci aşama, bedenin terkinden kıyametin kopmasına kadar olan aşamadır!..”
“Ha sahi kıyamet nedir?.. Evrenin yok oluşu mudur?..”
“Doğru, bunu da bilmiyorsunuz!.. Kıyamet diye size anlatılan şey, Dünya’nızın kıyametidir ki bu da Güneş’in büyümeye başlamasıyla birlikte, Mars dahil çevresindeki uydularını içine çekmesi, dıştakilerin ise galaksiye dağılması olayıdır...”
Cem başka bir soruyla söze karıştı:
“Yani madde bedenleri terk eden ruhların, birinci devre yaşamı kıyamete kadar sürecek demek istiyorsun... Ya sonra?..
Gönül de hızını alamayıp başka bir soruyla karıştı araya:
“Peki bu devrede herkes istediği yere gidebilecek mi?”
Elf, önce Gönül’e cevap verdi:
“Bedeni terk eden ruhlar, iki sınıftır...
Bir kısmı sizin deyişinizle, yedi kat yerin altında hapis kalanlardır... Bir diğeri de semâlara yükselenlerdir...
Bunu size şöyle açıklayayım... Madde bedeni terk eden ışınsal bedenler, ya Dünya’nın atmosferi içinde, çekim alanı içinde hapis kalırlar, öteye geçemezler; veyahut da bu çekim alanının ötesine geçerek Güneş sistemi içinde Dünya’dayken edinmiş oldukları manyetik güce göre, diğer Güneş uydularına kadar gidebilirler...”
Cem az önceki sorusunu yineledi:
“Ya kıyametten sonra?..”
“Dünya çekim alanı içinde hapis kalmış veya diğer bir deyişle Dünya’nın manyetik alanından kendini kurtaramamış holografik ışınsal bedenler, Dünya ile birlikte Güneş’in bugünkü hacminin bin mislini bulan ateş topu içine düşeceklerdir... Ki artık oradan kurtulabilmeleri imkânsızdır.”
“Ya diğerleri?..”
“Mars’a kadar yükselebilmiş ruhlar için de aynı sıkıntı mevcutsa da, bunların bir kısmı, daha ötelere gidebilecek kadar güçlü olan ruhlar tarafından bu bölgeden çekilerek çıkarılırlar... Fakat bunlardan arta kalanlar içinse hayat artık bu içinde kaldıkları sistem içerisinde ebeden devam eder!”
“Peki ya Güneş’in çekim alanından kurtulabilenler?..”
“Onlar ise galaksi içinde yeni bir yaşama başlarlar farklı bir boyutta!..”
Gönül gene sordu:
“Sen şimdi, cehennem ile cenneti anlatmış olmadın mı?..”
“Evet, sizden öncekiler bu gerçeklerden, o günkü insanların kavrama ölçüleri içinde bu tâbirler ile söz etmişlerdir... Ama, son derece yüzeyden!.. Ama, oluşumun tüm evrelerine sadık kalarak!..”
“Demek, ‘Cennet ve Cehennem’ denilen şeyler gerçek ha!??”
“Siz daha, ‘Cennet ve Cehennem’ kelimeleriyle anlatılmak istenen yaşam biçimlerinin kapısını dahi anlayamayacak kadar ilkelsiniz!.. Işınsal, kozmik âlemin sonsuz gerçeklerini, size o son derece dar ve kısır kalıplarınız içinde anlatmaya çalışan, hakiki mânâdaki insanların çektiği sıkıntılara üzülmemek elde değil...
Kozmik âlemin gerçeklerini dünyanıza ait kelimelerle ve dünyanıza ait eşyaları misal vererek bu derece başarılı bir şekilde anlatabilmeleri olağanüstü bir davranıştır. Ne yazık ki onların anlattıkları sembolleri gerçek diye kabullenmekten öteye geçememiştir akıllarınız!.. Hep, sembolleri hakikat sanarak aldanmış, o sembollerle varmanız istenen hedeflere yönelmemişsiniz. Kiminiz de bunların birer sembol olduğunu idrak etmiş, fakat bu semboller ile ne denmek istendiğini araştırmamış...”