Çağdaş bilim sonucu, yükselen değer diye takdim edilen ateizmi binlerce yıl önce keşfedip, “HANÎF”liği (tanrı kabul etmezlik) savunarak işe başlayan; daha sonra da ALLÂH Rasûlü olarak, “ALLÂH” gerçeğini tebliğ eden İbrahim (aleyhisselâm)’dan bu yana, DİN gerçeğini değerlendirebilen tüm Rasûller, velîler ve tahkik ehli, işin daha başında “Lâ ilâhe (tanrı yoktur-tanrılık kavramı yoktur)” diyerek bunu dillendirmişler...
“Tanrı ve tanrılık kavramı yoktur; yalnızca ismi ALLÂH olanı anlamak” daha işin başı demişler...
“Feekım vecheke liddiyni haniyfa* fıtratAllâhilletiy fetaren Nase aleyha* lâ tebdiyle li halkıllâh* zâliked diynül kayyimü, ve lâkinne ekseranNasi lâ ya’lemun.”
“Vechini (şuurunu) Hanîf olarak(tanrıya tapınmaksızın, Allâh’a şirk koşmaksızın) o Tek Din’e yönelt! O Allâh Fıtratı’na (beynin ana çalışma sistem ve mekanizması) ki, insanları onun üzerine (o ana sistem ve mekanizmayla) yaratmıştır! Allâh yaratışında değişme olmaz! İşte bu, Din-i Kayyim’dir (sonsuz geçerli Sistem, Sünnetullâh’tır)... Ne var ki insanların çoğunluğu (bu gerçeği) bilmezler.” (30.Rûm: 30)
Bu konulardaki geniş açıklamalarımızı dileyen web sitemizden, 1992 yılında kaleme aldığımız “Hz. Muhammed Neyi OKUdu?” isimli kitabımızın “Fâtır ve Fıtrat Dini” bölümünde detaylarıyla okuyabilir.
Rahmân, Kurân’ı talim etmiştir! Bu talim işlemi, bir sistem ve düzen ile tüm evren içre evrenlerin meydana gelişini oluşturmuştur!
Buradaki anlamıyla “Kur’ân”; Zâtın, Sıfat ve Esmâ’sıyla kesret (çokluk) âlemine tenezzülü; bu sûretle algılanan ve algılanamayan her şeyin, elbette ki “cin” (tüm görünmez varlıklar) ve insanlığın oluşumunu sağlamasının genel adıdır.
Evrenlerde, her zerrede, her an, ismi “ALLÂH” olanın ilmi, değişik isimler altında açığa çıkmakta; bu açığa çıkış ile de, irade sıfatı kudrete dönüşerek her an yeni bir birimi yaratmaktadır!
Genetik kodları her ne kadar maymunun gelişmişi olan “insansı” ile büyük bir benzerlik gösterse de; ister mutasyon deyin ister melekî etki, neticede ilmi ilâhî sonucu yoktan var edilmiş, yokken var edilmiş bir tür olarak yeryüzünde “insan” meydana gelmiştir!
Bu meydana geliş dahi “BEYAN” sonucu oluşmuştur!
“Beyan”; varlığını oluşturan programın, “işletim sisteminin” adıdır, tanımlamasıdır! “Beyanın talimi” demek, evrende uygulanmış olan işletim sisteminin aynen uygulanarak insanın yaratılması demektir... Ki bu da doğal olarak “Sünnetullâh”ın sonucudur!
Bu oluşum makrodaki programın aynen mikroya uygulanması suretiyle oluşmuştur!
Bu yüzden, “Zerre küllün aynasıdır” denmiştir!
Bu yüzden, evren makro, insan mikro olarak tanımlanmıştır.
Biz de buna “Beyin mikrokozmostur” diyerek işaret etmiştik uzun yıllar önce.
Evrenler, tüm derinliği, boyutsallığı ile, nasıl, ismi ALLÂH olanın, Sıfat ve Esmâ’sının, mertebeler ve terkipler hâlinde açığa çıkışı ise; aynı şekilde, talim edilmiş olan, yani bir programla oluşturulmuş İnsan da, o mertebeleri bünyesinde barındıran mikro âlemdir.
Şahı Velâyet Hz. Âli, “Sen kendini küçük âlem sanırsın, oysa âlemi Kebîr sensin” diyerek bu gerçeğe 1400 yıl önce dikkat çekmiştir!
Ne yazık ki, her şey hep mecazlar, benzetmeler, misallerle anlatıldığı için, işin gerçeği hep örtülü kalmıştır!
“Kur’ân ve insan ikiz kardeştir” uyarısının arkasında da burada anlatmaya çalıştığım işte bu gerçek yatmaktadır.
“Rahmân Kurân’ı talim etti” âyetindeki “Kur’ân” isminin anlatmak istediği kavram ile, bugün elimizdeki “mukaddes kitap”tan algıladığımız mânâ, aynı kavram değildir.
Bu âyette geçen “Kur’ân”, ismi ALLÂH olanın, evreni, yani orijin “ANA KİTABI” oluşturmuş olduğu sistem ve düzenin, oluşum ve işletim programlamasıdır. Bu oluşumun adıdır Kur’ân! İnsan dahi aynı sistem ve düzenle var olduğu için de, evrenin mikrosu ya da ikiz kardeşi olarak tanımlanmıştır, ve ona gelen Kitap da aynı isimle isimlendirilmiştir!
Rasûlullâh (aleyhisselâm)’ın evrensel sistemi “OKU”ması (İKRA) ise, Kurân’ın kendisine inzâli olarak anlatılmıştır! “Kur’ân bir defada inzâl oldu” gerçeği bu durumu anlatır.
Bu “OKU”manın vahiylerle tafsil yollu topluma nakliyle de, bildiğimiz “Kur’ân” oluşmuştur. Kur’ân, bilgidir! Kâğıt veya deri veya sayfa değil!
İnsan, taklitten, ezber ve şartlanma yollu edindiği bilinçsiz bilgiden arınıp; hakikatini sorgulayıp, elde ettiklerini değerlendirebilirse, kendisine “ALLÂH ahlâkıyla ahlâklanma” yolu açılır.
“Sünnetullâh”ı “OKU”r!..
Görür gözü, işitir kulağı, konuşur dili, O olur!
Beşer ise asla O’nu göremez!
ALLÂH Rasûlü’ne bakıp, “sen de bizim gibi çarşı-pazar dolaşan birisin” dedikleri gibi...
Müşrikler ancak “yetim Muhammed’i” görebilir!.. ALLÂH Rasûlünü asla!!!
Bu öyle bir yaratılış nimetidir ki...
“Fe Bİ eyyi alai RABBİküma tükezziban!” (55.Rahmân: 13)
“Hakikat böyle iken, Rabbinizin (varlığınızı oluşturan Esmâ özelliklerinin - şuur ve bedeninizin) nimetlerinin hangi birini sayarsınız yalan?” (Rahmân Sûresi’nde 31 defa tekrarlanan bir uyarı!)
Buna ancak hakikat ehli tasdik ve şehâdet edebilir!
“Kur’ân OKU”mak işte bu boyutta olur hakikatiyle!
Ateizmin getirisi ve bilimin başlangıcı kabul edilen Darwinci görüş “tanrı” anlayışını yıkarken; “peki öyle ise sistem ve düzeni oluşturan yaratıcı zekâ nedir?” sorusunu da beraberinde getirmiştir.
Klasik “tanrı” anlayışı ise bunu cevaplayamamış; sonunda “akıllı tasarım” görüşüne ulaşılmıştır! Çünkü düşünen beyinler tanrı olmayan “evrensel yaratıcı akıl” aramaktaydılar son bilimsel gelişmeler ışığında.