Muhteşem İrsâl
“Nokta”, irsâl oldu âlemlere “beyin” adıyla da...
“Beyin” aynasında seyreyledi kendini!
“Beyin”le seyredince kendini, “Beni gören Hakk’ı görmüştür” şeklinde açık etti vechini!
“Hakikat-i Muhammedî” irsâl olduğunda, Muhammedî hakikat zâhir oldu; Muhammed Mustafa adıyla isimlendi, dillendi, “ALLÂH Rasûlüyüm” dedi... “İman” edilmesini talep etti açıkladıklarına!
Şuurlarında, “Lâ ilâhe...” anlayışı açığa çıkmayanlar, ya peygamber kabul ettiler O’nu ya da işitmediler kulakları olduğu hâlde!
Göğe, ötelere, ötelerine attılar “Hakikat-i Muhammedî”yi “fesemme vechullâh”tan bîhaber; tıpkı “tanrı”ları gibi!
Muhammed (aleyhisselâm)’ın “Hakikat”inde göremediler “Hakikat-i Muhammedî”yi gözleri olduğu hâlde!
Ümmü Hâni’nin kapısında, “Beni gören (Basıyr ile) HAKK’ı görmüştür” şeklinde Seslenen’den perdeli oldular!..
Bırakın “Hakikat”te, “Esmâ mertebesi”ndeki “ilmî sûret”lerin birbirini seyrinden ibaret olan âlemlerin varlığını; “tecelli”, “Tecelli-i vâhid”den ibarettir. Esasen o da “seyir”den ibarettir… İlmini, ilmiyle, ilminde “seyir”! Buna da “Vahdet-i şuhud” demişler geçmişte! “Efâl âlemi hayalden ibarettir” gerçeği bir yana…
Varlığın her zerresi olarak, “Esmâ”sıyla dilediği gibi açığa çıkmakta olanın, “ete kemiğe bürünüp” Muhammedî sûretle insanlara “İman edin Allâh Rasûlü oluşuma” (âlemlerdeki rahmet açığa çıkışına) seslenişinin anlamına bir mânâ veremediler...
“Ne yana dönsen Vechullâh’tır karşındaki”ye basîr olamadılar da, irsâl olmuşu, “peygamber” sandılar!
Beş duyularından öteye geçemedi akılları!
Et gözle görüp, et kulakla duyup, et dille sesler çıkaran mahlûkat olmaktan öte bir değerlendirme yapamadılar!
O yüzden de “peygamber”likle “bloke” oldu beyinleri!
“Beyin” ismi ardında zâhir olanı fark edemediler kendilerinde benzer açılım olmadığı için... Bu yüzden de “iman” edemediler!.. Et kemik yaşamından öteye geçemediler! Et beyin, hücre beyin, nöron topluluğu beyin deyip, orada kaldılar!
Bilim, tüm evreni ve yaşamı bir “hologram” olarak tespit ederken, onlar hâlâ “tüm varlık ve âlemler Allâh indînde ilmî sûretlerdir” işaretinin anlamını deşifre edemediler...
“Gayrı” yaratıp, ötelerinde bir yerdeki “gayrına tapınarak” ömür tükettiler!
“Allâh yanı sıra tanrı edinme” dendi, ama onlar dünyalarındaki “tanrı”larını “Allâh” ismiyle etiketleyip, “Allâh yanı sıra tanrı edindiklerini” hiç fark edemediler!
“Kurân”ı fermanname, ciltli kanun kitabı; “Esmâ mertebesi”ni gökte bir galaksi, bir katman; “Rab”bi de merdiven veya daha çağdaş(!) anlayışla asansörle yanına çıkılan (mi’râc) tanrı sandılar!.. “RASÛL”ü de tanrı katına tırmanan uzay peygamberi!!!
Vah benim çağdaş aydınlarım, bilim adamlarım, din adamlarım, tanrıbilimci okullarım ve hocaları!..
“Vahiy”; birim adı arkasında açığa çıkan “Esmâ mertebesi” ilmidir!
Arı gibi tüm varlık vahiy alır ve yaşamını o vahiy ile sürdürür!
“Allâh Rasûlü” ise, vahye dayalı bir şekilde, hakikatlerini açıklayıcı olarak, o işlevle açığa çıkarılmış olanlara hizmet verir!