“Muhammed, sizin ricalinizden birinin babası değildir!.. Fakat Allâh Rasûlüdür; Nebilerin Hâtemidir (zirvesi - sonuncusudur)...” (33.Ahzâb: 40)
Umarım artık O’nu baba gibi kabul etmeyi bırakıp, gerçek hüviyetiyle değerlendirirsiniz!
Tasavvurundaki tanrısına, “ALLÂH” adını etiketleyip göğe oturtan, sonra da yerde peygamberi olduğunu sananlar için, elbette ki “Sünnetullâh” diye bahsedilen ile “sünnet-i peygamber” ayrı ayrı şeylerdir! Biz, tasavvufun “vuf”una eremeyip “tasa”sında kaldığı için vahdet hikâyeleriyle uğraşan nice kişide dahi bu ayırıma rastladık... Bırakın, her şeye sırf zâhir gözüyle bakanları bir yana...
“(O), hevâsından (hayalî şeyleri) konuşmaz!” (53.Necm: 3)
Âyeti başlı başına yeterlidir düşünebilen beyinler için “Allâh Rasûlü ve Nebisinin sünneti”nin “Sünnetullâh” üzere olduğunun. Ayrıca bu konudaki değişik hadislerle konuyu detaylandırmaya gerek duymuyorum. İsteyen araştırsın bu konudaki hadisleri.
Kim olursa olsun, her birim “zerre”dir, “küll”e ayna olan; ve kendisindeki hakikatin özellikleriyle (Esmâ’sıyla) O’nun muradını zâhire çıkartır!
“TEK”ten “çok”a bakma yetisi kendisinde açığa çıkmayanların bu sırrı anlamaları mümkün değildir; velev ki taklit yollu kabul edebile...
“Kelime-i şehâdet”in anlamını idrak ederek söyleyebilen cennete girecek olandır!
Ne var ki Hz. Muhammed Mustafa (aleyhisselâm)’ın “tanrı peygamberi” değil, “ALLÂH kulu ve RASÛLÜ” olduğunun idrakinde olarak buna “ŞEHÂDET” edebilecek “İNSAN” sayısı da galiba o kadar fazla değildir yedi milyarlık Dünya’da!
24 Haziran 2005
Raleigh – NC, USA