Demek istediğimizi anlayan için, bu çok çok önemli bir Kur’ân dekoderidir; ve dahi, o “Bilgi Kaynağı”nın, niçin kıyamete kadar geçerli olduğunun açıklamasıdır. İşte bu anlayış, bu anahtar, Kur’ân dinamiğidir.
“Toprak” deniyorsa, atomik boyut; “kan pıhtısı”ndan söz ediliyorsa en azından DNA katmanını düşünmek gibi…
Zira, topraktan karılarak yaratılmış tek bir insan mevcut değildir Dünya’da! Dahi toprağı karacak iki elli bir tanrıdan asla söz edilemez! Hücre yapı dahi, Kur’ân isimli “Bilgi Kaynağı”nda “balçık” benzetmesiyle anlatılmıştır; ihtiva ettiği mineraller ve su dolayısıyla.
İblis’in, Âdem’in yaratılışında kullandığı “tıyn” kelimesi, bildiğimiz toprağın hokuspokusla insana dönüşmesini değil, insan bedeninin toprakta bulunan mineralleri ihtiva etmesi dolayısıyla maddeye bağımlı yaşama sürecinde bir varlık olduğunu vurgulamaktadır. Öte yandan İblis, “Ben, ışınsal bedenim itibarıyla, atomik yapılı boşluktan oluşmuş bedeni olan insanın bedeni içinde cirit atarım, o da kim oluyormuş ki” demek istemiştir bu olayda! Kendi bakış açısına GÖRE de haklıdır!
Ne var ki, insan “RUH”u, Allâh isimlerinin bir bileşimi olarak, yeryüzünde “halife” olma vasfına sahip tek varlıktır; bu yön itibarıyla da “hilâfet”ini yaşayanlar, Allâh gözüyle (El Basıyr) âlemleri seyredip, “Allâh” “Ekber”iyetine şehâdet ederler!
Esasen “İNSAN” varlığını topraktan değil, “RUH”tan alır!
İnsan denince de, isimler bileşimi olan RUH (mânâ-özellikler bütünü), bilinç sahibi varlık kastedilir.
Evrende her oluş, kendi zaman kavramına ve boyutuna göre, çok uzun süreçler almıştır.
“SÜNNETULLÂH”ta sihirbaz değneği yoktur!
“Mucize”, insanların veritabanlarının yetersizliği nedeniyle oluşumunu anlamakta âciz kaldıkları olay demektir. “Kerâmet”, kişinin hakikatinden gelen kuvvenin açığa çıkmasıyla gerçekleşen bir olay demektir. İstidraç dahi böyledir; bir farkla ki, kişi bunu benliğine bağlar hakikatinden bîhaber olduğu için. Çalışan sistem ise aynıdır!
“KUR’ÂN”, defalarca, akıl sahiplerine hitap edip, “Andolsun ki şu Kurân’da insanlar için her türlü misali kullandık... Belki tezekkür ederler (unutmuş oldukları hakikatlerini hatırlayıp) üzerinde derin düşünürler diye!” (39.Zümer: 27) dediği hâlde…
“…efala ta’kılun?..” (6.En’am: 32) “Niye AKLINIZI kullanmazsınız?” dediği hâlde…
Niçin bizler hâlâ, gerek Kur’ân ve gerekse Hadislerde benzetmelerle anlatılan olayı, kelimelere takılıp somut ve bire bir olarak kabulleniyor, bunların birer işaret olduğunu fark edemiyoruz? Sonra da, bire bir somut olaylar sandığımız misal ve sembolleri, akıl ve mantıkla bütünleştiremeyince inkâra gidiyoruz?
Misal, benzetme veya işaret yollu anlatılanları izah edecek kapasitesi olmayan nakilci-taklit ehli kişiler, o misal, işaret veya benzetmeleri bire bir gerçek sanıp; sonra da bunlar akılla anlaşılmaz diyerek, aklı başında insanların kendileri gibi taklitçi anlayışla yaşamalarını istiyorlar!
Akıl sahibi insanların, din konusunda nakledilenleri körü körüne “Aman günaha girmeyelim” diyerek kabullenmeleri yerine, olayı kavramak için, derinliğine sorgulamaları gerekmez mi?..
Neyse, konuyu daha fazla yaymayıp kaldığımız yerden devam edelim.
Gözün görme sınırlarına GÖRE, geliştirilmiş cihazlarla görmekteyiz ki…
http://www.bulutsu.org/evreninharitasi/universe.php
Bir yanda, yatay, katman içi bakışla uzay ve evren… Öte yanda da dikey, katmanlar hâlinde, algıladığımız varlığın katmanları!
Oysa ilk bakışta, sanki kuarktan evrene tek bir dikey algılama yolculuğundaymışız gibi anlatılmaktadır ve görüntülenmektedir olay.
Çeşitli işlevler gören çeşitli organlarımız topluca insan bedenini meydana getirirken…
Bedeni oluşturan organlar ise bir alt katmanda trilyonlarca hücreden oluşmaktadır.