Anladığım İslâm
Yeryüzüne gelmiş en muhteşem “BEYİN” ve sonsuzluğa uzanan en muhteşem “RUH” olan Hazreti Muhammed (aleyhisselâm) acaba bize ne bağışladı?
Yaşadığı çağın insanlarının anlayışını hesaba katarak açıkladığı gerçekler, acaba günümüz şartları içinde yetişen insanlık tarafından ne kadarıyla algılanıp değerlendirilmekte?
İnsanlığın kıyametine kadar geçerli teklifler ve sonsuza kadar geçerli sistem ipuçları ihtiva eden, değerlendirebilenleri sonsuz yaşamda mutlu kılacak olan bilgileri kapsayan Kur’ân-ı Kerîm, acaba insanlık tarafından ne kadar değerlendirilebiliyor?
Çeşitli çevrelerin anlatımımı saptırmaları dolayısıyla, kitaplarımda farklı bölümler hâlinde anlatmaya çalıştığım “İslâm” anlayışımı yeniden toplu hâlde özetle size sunmak mecburiyeti hâsıl oldu!
Bilelim ki...
Dünya üzerinde, iki ana farklı yapıda anlaşılan İslâm Dini ve Hazreti Muhammed (aleyhisselâm) anlayışı vardır.
Bunlardan birincisi ve yaygın olanına göre:
“Yukarıda, gökte bir yerde bir “TANRI” vardır! Müslümanlar, o tanrının adına “Allâh” derler! Yukarıdaki o TANRI, insanların görüp-bilemediği bir yerlerde “cehennem” ve “cennet” adında iki mekân yaratmıştır.
O tanrı önce cennet denilen yerde, çamuru elleriyle insan sûretinde şekillendirip, içine kendi ruhundan “ÜFLEMEK” suretiyle insanı yaratmış, sonra da onu cennetten Dünya’ya indirmiştir. Zamanla bu insan nesli Dünya üzerinde çoğalınca kendisiyle insanlar arasında “postacı-aracı” türünden bir elçilik yapması için peygamberler seçip, yanındaki Cebrâil isimli melek aracılığıyla o elçilerine kitaplar yollamıştır. Peygamberler de o tanrıdan kendilerine melek aracılığıyla indirilen kitaplara ve getirdikleri vahiylere dayanarak, “gökte Allâh var, öldükten sonra kıyamet günü o sizin hepinizi diriltecek, sonra karşısına alıp yaptıklarınızdan dolayı hesaba çekecek” diye insanlığı uyarmışlar, buna göre o tanrının emirlerini ve insanlardan neler istediğini tebliğ etmişlerdir. Tanrının bu elçi peygamberleri vasıtasıyla insanlara duyurduğu günahları işlemeyenler ve sevapları yerine getirenler sonuçta cennete gidecekler, buna karşılık peygamberleri dinlemeyip tanrının emirlerine uymayanlar da cehenneme atılacaklardır.”
Evet, “yukarıda Allâh var ve Hazreti Muhammed O’nun peygamberidir” diyen Dünya’daki önemli çoğunluk ana hatları böyle; detayları ise toplumlara göre farklılık gösteren bir anlayışla yaşamlarını sürdürmektedir. Bu anlayışta olanlar genellikle “din” konu olunca hiçbir kelimeyi sorgulamaz, araştırmaz, kelimelerin anlamını bire bir kabul ederler. “Biz, bize söylenenlere inanırız ve gerisini araştırmayız; yap denileni yapar, ötesini düşünmeyiz! Bize inan denmiş; biz de bunlara inanırız, ötesi bizi ilgilendirmez!” derler.
Buna karşın Hazreti Muhammed (aleyhisselâm) ve bildirdiği Kur’ân-ı Kerîm’i içindeki mecaz ve benzetmeleri deşifre ederek derinliğine anlamaya çalışan Hazreti ÂLİ ve Hazreti Ebu Bekir gibi, o devrin bazı derin anlayışlı kişilerince oluşturulan “DERİNLİKLİ İSLÂM” anlayışı ise, hakikat ehli tarafından (ehlullâh), “İslâm Tasavvufu” adı altında, ana hatları şu olan bir anlayışla günümüze kadar ulaştırılmıştır.
Bu hakikat ehli denilen zevâtın “İSLÂM” anlayışı şöyle bir oluşumu anlatır:
İsmi “ALLÂH” olarak bildirilen, her türlü beşerî anlayış ve kapsamsal kavramın ötesinde olarak, yalnızca “HÛ” yani sadece “O” olarak tanımlanır (ki bu boyuta “Âlemi Lâhut” da tâbir edilir).
“HÛ”, evren içre evrenleri, ilminde, ilmiyle, bir “NOKTA”dan yaratmıştır!
O “nokta”, “HÛ” zamiriyle işaret edilenin, ilminde açığa çıkardığı özelliklerinin varlığıyla var kılınmış şuurlu bir çekirdektir (heyulâ); “Hakikat-i Muhammedî”dir (Âlemi Ceberût’tur)!