“Ben Hakk’ım” diye bağırmaya başlamanın, “Nefs-i levvâme” düzeyinde kendindeki hakikati yaşayamamanın bunalımı içindeki bilincin, “Mülhime” düzeyindeki varlığının hakikatine ait ilhamları almasının sonucu olduğunu...
“Kâh çıkarım gökyüzüne seyrederim âlemi, kâh inerim yeryüzüne seyreder âlem beni” diyenin, “cübbemin altında Allâh’tan gayrı yok” diyenin, bunları “Mülhime” bilinci yaşantısı içinde aldıkları ilhamlarla söylediklerini ve orada “Velâyet”in daha kokusunu bile almamış olduklarını ne bilsin bu yolun heveslileri…
Ne bilsinler, kerâmet sandıkları bir kısım olağan dışı olguların, “Velâyet” delili olmadığını… Müslüman olmayanlarda bile bunların açığa çıkabildiğini! İstidraç ile kerâmetin aynı mekanizmayla meydana geldiğini… Bu yüzden de, evliyaullâhın, “kevnî kerâmet”leri hoş görmeyip, “önemli olan ilmî kerâmettir” dediklerini nereden bilecekler... Peki, ne ola ki o “ilmî kerâmet” denilen?
Kişilerin bilgilenip gerçeği görmemeleri için, her türlü araştırma, sorgulama, başkalarının eserlerini okuma yasaklanmıştır pek çok çevrede!
Bir sürü insan, körü körüne tâbi olup, zamanın “Gavs”ı olduğunu sandığı şeyhinin öğretisiyle geçer gider Dünya’dan, kendi hayal dünyası içinde. Niceleri geçmiş böyle ve hâlâ geçmekte...
Velâyet, “Mutmainne”de başlar en dar kapsamlı müşahededen… “Risâlet” ile son bulur en kapsamlı hâli “Sâfiye” ile…
Velî’de başlayan müşahede, gerçeklere şahit olma kemâlâtı, Rasûl’de zirveye oturur. “Risâlet” varlığını “El Veliyy” isminin işaret ettiği özellikten alır. Rasûller dahi velâyetleri itibarıyla farklı kapsamlara sahiptirler.
Nübüvvet, “dünyevî bir görevdir”; Dünya yaşamında son bulur ve âhiret yaşamında işlevi yoktur. Nebi’ler dahi Velî’dirler ve velâyet kemâlleri ile âhirette yer alırlar.
Velâyet, varlığın hakikatini yaşama açılımıdır.
Nübüvvet, varlıkta geçerli olan ve “Sünnetullâh” denen Sistem ve Düzen’in işleyişini bildirme ve buna göre ne yapılırsa sonucunun ne olacağını bildirme işlevidir.
Risâlet, velâyetin zirvesinin adıdır.
Velîler, “Allâh kubbesinin örtüsü altındadır” ve onları dışarıdan bilmek mümkün değildir.
Öğrendiklerini “tekrarlamak” ve eskilerin anlattıklarını “yinelemek” velâyet değildir; velâyet, kişiye özgü bir yaşam hâlidir![1]
Bunları kısaca geçtikten sonra, geldik şimdi işin kavranılması zor olan bölümüne…
Varlığın aslı “Esmâ mertebesi” yani “Allâh isimlerinin işaret ettiği özelliklerin bulunduğu âlemdir” dedik.
“Allâh isimleri”nin bize bildirilen anlamları, son derece sığ ve dar kapsamlıdır. Beşere GÖRE anlatılan anlamlardır. Gerçekte bu isimlerin işaret ettiği anlamlar ve varlığı oluşturmadaki işlevleri çok çok kapsamlı ve farklıdır.
Madde dünya, et-kemik insan ve gökte tanrı anlayışı ile olaya bakmaktan arınamadığımız sürece, “Allâh” isimlerinin anlamı konusunda da maalesef çok sığ düşünmekten çıkamayız. “Tanrının güzel isimleri” der, onları ezberleyip tekrar etmekle “ihsa” ettiğimizi sanarak avunur, bunların bize niye bildirilmiş olduğu veya konuya nasıl yaklaşmamız gerektiği hususları üzerinde hiç durmayız.
[1] “Velâyet” konusunun detaylarını “BİLİNCİN ARINIŞI” isimli kitabımızda yazmıştık. İsteyenler oradan okuyabilirler.