Bu sebepledir ki, “Allâh” adıyla işaret edilen, Esmâ mertebesinde varlık sûretlerinde açığa çıkanları, kendine bağlamış olarak, “attığın zaman sen atmadın atan Allâh’tı” vurgulamasını yapmış; “kızan, gülen, üzülen” gibi beşerî kabul edilen davranışları, gene kendi isimleriyle özdeşleştirmiştir.
Algılama dünyamıza ait tüm kavramlar, “Allâh” adıyla işaret edilenin “tek kare resim”de, “her an yeni bir şan’da” oluşunun sonucu olarak “var” ALGILANDIĞI içindir ki, “Allâh” adıyla varlık özdeşleştirilmiş ve çok yönlü algılamaya açık bir oluş meydana gelmiştir.
Kur’ân-ı Kerîm’de “Allâh” isminin geçtiği yerleri ya “Zâhir” ismi yönünden değerlendirmemiz gerekir, olayı deşifre etmek için; ya da “Bâtın” isminin işaret ettiği anlam yönünden.
“Allâh affedicidir” dendiği zaman, kişideki açığa çıkan “affetme” özelliğinden söz edilmektedir. Bu, “Bâtın” ismi yönünden bir açığa çıkış özelliğidir.
Ya da, “Allâh Aziyz’un Züntikam” denildiğinde, kesin olarak Allâh’ın “Sünnetullâh” gereği ve sonucu, kişiye yaptığının sonucunu da yaşatması anlatılmak istenmektedir.
“Hû” ismi, “nokta”nın bâtınına yani içselliğine (derinliklerine) işaret eder demiştik. Bu durumu sakın boyutsallık olarak algılamayalım! Zira bu anlatılmaya çalışılan “Nokta”da, anladığımız mânâda bir derinlik veya dışsallık (zâhir) söz konusu değildir. Çünkü “Samediyet” vasfından kaynaklanmaktadır “nokta”!
Yalnızca “Her an yeni bir şan’da olan” vardır; o kadar!.. “Külle yevmin HÛ ve fiy şe’n!” (55.Rahmân: 29)
Burada anlaşılması zorunlu ve de çok önemli bir incelik daha vardır ki, o da şudur:
Allâh Rasûlü, bir yandan, “Risâlet”in sonucu açığa çıkardığı ilimle-nûrla, varlığın hakikatini, tüm incelikleriyle ve o zamanki insanların da anlayış seviye ve şartlarını hesaba katarak açıklarken…
Diğer yanda da, “Nübüvvet”inin sonucu olarak, “Sünnetullâh”ın işleyiş şeklini, nelerin, nelere nasıl dönüştüğünün inceliklerini, “abdest alırken suyu yüzünüze çarpmayın” ya da “ayakta su içmeyin”, “kişi, ayıpladığını yaşamadan ölmez” detaylarına kadar bildirmiştir.
Salât, Oruç, Hac, Zekât ve daha bunun gibi çeşitli çalışmaları, hep insanın içinde yaşadığı boyutun oluşum şartları (Sünnetullâh)dolayısıyla teklif etmiştir Nübüvvet müessesesi.
İnsandan, bilinç ve fiil olarak ne açığa çıkarsa, kişi sonsuza dek onun sonuçlarını yaşayacaktır derûnundan gelen “kuvve” dolayısıyla… Şükreden bunun getirisini yaşar; nankör ise, inkâr ettiğine karşı kilitlenmenin sonuçlarını…
Muhteşem insan Rasûlullâh’ın açtığı kapıdan giremeyenler, mazeretleri ne olursa olsun, girmemenin sonuçlarını yaşayacaklardır.
Zira O, yukarıdaki bir tanrı anlayışından insanları sakındırıp, bunun sonuçlarını yaşamaktan onları korumaya çalışırken; diğer yandan da, Ümmü Hâni’nin kapısında dostlarına, “Men reaniy fekad reel Hakka” (Beni gören Hakk’ı görmüştür) diyecek kadar kendi “yok”luğunu ve algılananın yalnızca “HAK” olduğunu anlatmaya çalışmıştır.
Bugünlük de bu kadar…
Yazacak şeyler çok fazla; sayfalar yetmez!.. Konular çok derin…
Kur’ân-ı Kerîm’in bir kısım âyetlerinin günümüz bilgileri ışığında yorumu, gerçekte, bugüne kadar yapılmış yorumlardan çok farklı olabilir…
Bu bakış açılarıyla yeniden bir değerlendirme yapmak umarım kolaylaşmıştır bizlere!
Bu konular size hitap etmiyorsa, artık hoş görün fakîri…
Not: Din ile bilimin aynı şeyi söylediğini savunmak amacıyla fizik veya tıp kitabındaki bilgileri yazıp, işte bunlar Allâh’ın eseridir demeyi, dini bilimsel olarak açıklamak diye anlayanlar var. Bilimden ya da Din ilminin hakikatinden uzak olanlara göre, bizimki Dini yanlış anlatmak diye yorumlanabiliyor. Diyorlar ki, bahsettiğin şeyler zaman içinde değişirse, Dini de ona göre mi değiştireceğiz? Cevap bir başka yazıda…
7 Ocak 2007