“ALLÂH Rasûlü”nün dillendirip açıkladığı “ALLÂH” adıyla işaret edileni anlamayan, veritabanına göre kendi hayalinde tasavvur ettiği tanrısına tapınır ya da ateist olur!
Son elli ya da otuz yılda değil de daha öncelerinde yaşamakta olan, bilimin bulgularından ve bunun doğal sonuçlarından habersiz olan ya da bunları duyup sonuçlarını düşünemeyecek kadar aklı yetersiz insanların, “ALLÂH RASÛLÜ”nün açıkladığı “ALLÂH” adıyla işaret edileni ve dahi kendi yerini anlaması mümkün olmaz.
İşin bilimsel gerçeklerini bir yana bırakırsak…
Bu durumda, “Allâh Rasûlü”nün bildirdiği hakikate “iman”dan başka çaremiz kalmaz.
İşte bu “iman”, “Risâlet” işlevine ve bildirdiğine “iman”dır. Bu yüzdendir ki kelime-i şehâdet’te “Risâlet”e (abduHÛ ve rasûlüHÛ) “iman”dan, şahit olmaktan söz edilmiştir; “Nübüvvet”e imandan değil.
“Risâlet” bildirisine “iman” edilir; “Nübüvvet” bildirimine “teslim olunur”!.. Birincisine “mümin”, ikincisine “müslim” denir. “Mümin” olmak ayrı şeydir, “müslim” olmak ayrı şeydir.
Cennet boyutuna geçecekler de “iman” faktörüne dayalı olarak vurgulanmışlardır. Amele yani fiillere dayalı olarak değil!
Eğer kişi, “Allâh Rasûlü”nün açıkladığı “SIR”ra “iman” etmişse, bunun getirisinin varlığında açığa çıkması için otomatik olarak “Nübüvvet” işlevinin getirisi ile muhatap olur.
“Nübüvvet” işlevi, “Risâlet”in açıkladığı “iman” edilenin yaşanabilmesi için uygulanması gereken şeyleri açıklar ve teklif eder. Mesela…
“Risâlet” işlevinin açığa çıkardığı hakikate “iman” edilmişse, bu “iman” edilen “hakikat”in yaşanması için bir sistem bildirilmiştir “Nübüvvet” işleviyle. Bu, “salât”, yani dilimizdeki söylenişi ile “namaz”dır.
“Namaz, iman etmişin (müminin) Mi’râcıdır”… Yani, iman ettiğini hissedip yaşama hâlidir!.. “Salâtın hakikatini yaşamaktan gâfil olarak bunu uygulayanlara yazıklar olsun...”, “Çok kişi vardır namaz kılar yorgunluktan başka kârı olmaz...”, “Namazını hakkıyla yaşamamışsa, melekler o namazı yüzüne çarparlar...”, “Ey iman edenler!.. Sarhoşken, ne söylediğinizi bilinceye kadar…” şeklindeki uyarılar, hep yapılan çalışmanın “iman” edilen “hakikat”in namaz içinde yaşanması amacına dönüktür. Bunun için de okunan cümlelerin mânâsı derinlikli olarak düşünülmelidir okunurken.
İşte “Nübüvvet”; “iman” edilen “hakikat”in, neler yapılarak veya yapılmayarak amaca ulaşılabileceğini bildiren işlevdir.
Yeryüzünde açığa çıkmış en muhteşem ilim Hz. Muhammed (aleyhisselâm), 39 yaşındayken “Risâlet hakikatini” “OKU”mak suretiyle yaşamış; böylece de “ALLÂH RASÛLÜ” olarak “abd”iyetini yerine getirmiş; üç yıl sonra da “Nebiyullâh” olarak “Sünnetullâh” esaslarına dayalı bir biçimde bunun gereklerini ortaya koymuştur.
“Kur’ân-ı Kerîm” ismiyle “nâzil” olmuş (hakikatinden melekî kuvveyle şuurunda açığa çıkmış) “BİLGİ KAYNAĞI”nda (ciltli, gökten düşmüş kitap değil), kimi bölümlerde “Risâlet” hakikatine “iman”a yönlendiren, bu “iman”ın neye nasıl olacağını açıklayan hükümler vardır; kimi bölümlerde de “iman”ın gereğini yaşayabilmek için ne tür uygulamalar yapılmasını veya nelerden kaçınılmasını anlatan âyetler vardır.
İnsanın yapısı ve özellikleri hiç değişmediği içindir ki insanın “hakikati”ni yaşamasına yönelik “Nübüvvet” açıklamaları kıyamete kadar değişmez!.. Bu yüzden de, o Muhteşem Zât, “Son Nebi-Hâtemin Nebi”dir.
“Risâlet”in ise son bulduğuna dair hiçbir âyet yoktur! “Mehdi Rasûl” kabulünün temelinde de bu inanış yatmaktadır.
Esas itibarıyla “Velâyet”; “Allâh” adıyla işaret edilenin “Esmâ mertebesi”ndeki (isimlerle işaret edilen özellikler boyutu) “El VELİYY” isminin özelliğinin birim kapasitesi kadarıyla açığa çıkmasından ibarettir.
“Velâyet” ebedîdir… “Nübüvvet” işleviyse Dünya yaşamıyla sınırlı bir işlevdir!