Kişi, namazı yaşar veya yaşamaz, orucu yaşar veya yaşamaz, haccı yaşar veya yaşamaz, kadınsa başını örter veya örtmez; bunlar hep kişinin kendisini ilgilendirir! Başkasını ilgilendirmez! Bunları yapmanın getirisi de, yapmamanın götürüsü de kişinin kendisini ilgilendirir; başkasını asla ilgilendirmez! Kimsenin bu konularda başkasını kınamaya hakkı yoktur! Herkes kendi doğrusunu yaşamak için vardır; başkalarına hükmedip, onların kendi istediği gibi yaşamasını sağlamak için değil!
“Müslüman”, Hazreti Muhammed (aleyhisselâm)’ın bildirdiklerine iman hâlindeyken, adam öldüremez, hırsızlık yapamaz, hakkı olmayan şeye el uzatamaz, yalan söyleyemez, gıybet yapamaz, iftira atamaz! Bu hâllerden biri üzereyken ölümü yaşarsa “imansız” gitmesinden korkulur. Çünkü “iman” edilesi şeylere inanılırken onlara ters düşen şeyleri kişinin yapması mümkün değildir!
İnsanlar dünyaya tek gelmişlerdir ve tek gideceklerdir yeni yaşam boyutuna... Kişi kendini o sonsuzluğa hazırlamak için gelmiştir dünya yaşamına...
“Müslümanım” diyen kişi, dünya yaşamındaki çok sınırlı zamanını, kendini geliştirmek ve geleceğe hazırlamakla değerlendirmek yerine, başkalarının dedikodu ve gıybetiyle harcıyorsa; onun kendine yaptığı zulmü, asla başkası ona yapamaz!
Herhangi bir kişi hakkında konuştuğunuz her konu dedikodu kapsamına girebilir ve muhtemelen gıybet olabilir! “Eğer o konuştuğunuz şey o kişide varsa bu gıybet; konuştuğunuz şey o kişide yoksa bu defa yaptığınız iftiradır!”... “Kişiye günah olarak her duyduğunu başkasına nakletmesi yeter!” uyarılarına çok dikkat etmek zorunludur. Zira, gıybet Kur’ân-ı Kerîm’de “ölmüş kardeşinin çiğ etini yemek” kadar tiksindirici bir olay olarak tanımlanmıştır! İftiranın faturası ise insanın karşısına nasıl çıkar, hayal bile edemeyiz! Şahidi olmadığınız konu hakkında konuşmak ve hüküm vermek çok büyük vebal getirir!
Bu oluşum, “DİN” olarak anlatılan “Sünnetullâh” sonucudur; ki kişi kendisinden açığa çıkanların sonucunu kesinlikle yaşayacaktır! Yaşamakta oldukları, kendisinden açığa çıkmış olanların sonucudur! Yaşadıklarından ders almayanların daha yaşayacakları var demektir!
Evet, artık kesinlikle bilmeliyiz ki...
Dünya üzerindeki Müslüman toplumların çektikleri bütün sıkıntılar, yüzyıllar içinde yanlış yorumlar veya örf ve âdetlerle harmanlanmış “DİN” anlayışının, toplumlarca gerçek “DİN” diye kabullenilmesi sonucu, orijin “İSLÂM”dan ayrı düşülmesinden kaynaklanmaktadır!
Yanlışa devam ile doğrunun elde edilmesi asla mümkün değildir!
Bugünkü yanlışların altında, hep, yanlış yorumların gerçek “DİN” olarak insanlara kabul ettirilmesi yatmaktadır! Bu yanlış düzeltilmedikçe, “DİN” konusunun gerçekleri aydınlar tarafından medya aracılığıyla topluma yansıtılmadıkça, “Müslüman”ların çilesi son bulmaz!
Sorunun çözümü, kendi doğru bildiğini zorla başkalarına kabul ettirmekte değil; elbirliğiyle eldeki bilgileri temelden sorgulamaya alıp, temel gerçeklerden başlayarak, “DİN” anlayışımızı yeniden bina etmekte yatmaktadır!
Bunda da iş, yaşadığımız Dünya’nın aydınlarına düşmektedir!
20 Mayıs 2006