Ruhun bedenden ayrılması iki yoldan mümkündür;
1. Mutlak ölüm ile,
2. “Fetih” hâli ile.
Bu iki hâl dışında, ruhun bedenden ayrılıp gitmesi diye bir olay yok!..
Ölmeden evvel ölme hâlini “Hakk-el yakîn” yaşayan “fetih” ehli kişiler hariç, diğerlerinin hepsi, “beyin radar dalgaları” sayesinde görür!
Bu durum ya tasavvufta çalışmalar yapmış ve “Mardiye nefs” mertebesine ulaşmış kişilerde meydana gelir ya da “Nefsi Emmâre”de olmasına rağmen bazı kişilerde “zulmanî feth” şeklinde “istidraç” yollu olabilir[1]...
Beynin yaydığı radar dalgaları, “istidraç yollu” Dünya üstündeki madde boyutuna dönük olabilir... Veya “kerâmet yollu” Berzah âlemine dönük olduğu gibi, cennet ve cehennem boyutuna dahi dönük, olabilir! Hatta daha alt boyutlara da dönük olabilir... Bu tamamen beynin hassasiyetine, yani beyindeki açılım kapasitesine bağlı bir yetenektir!..
Mesela, rüyada melekleri görür bazılarımız!.. Çeşitli varlık sûretleri şeklinde, melekleri görürüz... Rüyada melekleri görmek ne demektir?
Melekler aslında, orijin yapı olarak sûretsiz ve şekilsiz varlıklardır. Ancak, meleğin işlevi ile bağlantılı bir frekansı vardır!
Yani, melekler, belirli çok çok yüksek frekanslardır, titreşimlerdir! Ve, bu titreşimlerin ihtiva ettiği anlamlar söz konusudur.
Bu frekans, herhangi bir şekilde kişinin beynine ulaştığı zaman; beyin onu, kendi veritabanına göre tarar ve kendi veritabanındaki en yakın frekansa uygun şekilde değerlendirir, deşifre eder! Yani, o frekansa uygun, hayalî sûreti meydana getirir. Böylece beyinde belirli bir sûret oluşur.
Mesela, rüyada ağaç konuşur!.. “Ağaç konuşması” şeklinde algıladığın şey, esasında bir melek!.. Ağaç, meleğin, beyindeki veritabanına göre en yakın ya da uygun bir şekilde sembolize olarak deşifre edilip mânâlandırılışıdır!.. Bu mânâlandırılış, veritabanındaki tarama esnasında, o frekansın en yakını olan frekanstır.
Beyindeki veri levhaları, frekanslardır... Beyne ulaşan frekansa en yakın frekans, beyinde hangi anlam olarak tasavvur edilmişse önceden, ona uygun sûret olarak, o dalgalar beyinde açığa çıkar ve böylece rüyalar, semboller şeklinde görülmüş olur!
Bunun, bir basamak ötesi var...
Hz. Muhammed (aleyhisselâm)diyor ki:
“İNSANLAR UYKUDADIR, ÖLÜNCE UYANIRLAR!..”
İnsanlar, Dünya yaşamında iken uykudadır, ölünce uyanırlar!.. Peki, uykuda görülen şey, rüya değil midir?.. Bu durumda, demektir ki, bu Dünya’da gördüğümüz her şey, gideceğimiz ölüm ötesi yaşam boyutuna göre rüya hükmünde olacak, rüya olacak!..
Bu Dünya’da iken yaşadıklarımız, gördüklerimiz, ciddiye aldıklarımız, bir bakacağız ki rüyadan ibaretmiş!..
Peki, gerçekte bir rüya olduğu açıklanan Dünya yaşamı görüntüleri nasıl oluşuyor?..
Bu da, demin açıkladığım, melekî yapının beyindeki deşifresi ile aynı tarzda bir olay! Aslında ben, burada beynin çalışma sistemini anlatıyorum...
Bu anlattıklarım, dünyanın bir numaralı nörofizyoloğu, Stanford Üniversitesi profesörlerinden Karl Pribram ve ünlü fizikçi David Bohm’un “Beyin ve Evren” konusundaki görüşleri ile aynı... Bu iki dünyanın ünlü bilim adamı ile, bu konulardaki görüşlerimiz tamamen çakışıyor.
SORU: Herhangi bir objeyi, insanlar değişik şekilde görebilir mi?..
Beyne ulaşan frekanslar aynı ise, veritabanı da aynı ise tespitler de aynıdır, değişmez! Zaten, hepimizin objeleri aynı şekilde görmemizin, algılamamızın sebebi, algılama araçlarımızın eş değer kapasitelerde olmasından kaynaklanır.
Gözün görme sınırları, kapasitesi belli... Aynı ışınlar, bir göze de gelse, bin göze de gelse sonuç aynıdır. Hepsi aynı şeyi söyleyecektir! Çünkü, bin tane ayrı ayrı kapasitede göz yok! Tek kapasiteye sahip bin göz var.
SORU: Kırmızıyı, bir renk körü başka bir renk olarak algılıyor. Neden?..
Beyinlerde de fark var aslında... Bakın! Hem fark yok diyorum, hem var diyorum. Neye göre fark yok?..
Temelde, hammadde olarak iki beyin de aynı... Fakat, körün beyninde gözün geçirdiği o frekanslar gerekli açılımı yapmadığı için gören kişinin beyniyle, körün beyni arasında açılım yönünden fark var. Yani, beyne ulaşan veriler yönünden, beyinler arasında farklılıklar var. Beyin, veri birikimi ile belli bir kapasiteye ulaşır.
Sen anandan doğduğun zaman, beynin sadece genetik ve astrolojik verilerle oluşan veritabanına tâbi idi. Dünya’ya geldiğin andan itibaren sürekli şekilde yeni veriler yükleniyor.
Yeni doğan çocuk ilk anda birçok şeyi göremiyor, göz de değerlendiremiyor. Niçin?.. “Değerlendiremiyor” ne demek?..
Beyinde, onu değerlendirecek belli bir veri birikimi yok demek! Ancak beyinde mevcut olan şeyi açığa çıkartıyorsun; beyin veritabanında var olan kadarıyla kendindekini deşifre edebiliyorsun. Yani, genetik ve astrolojik etkilerden kaynaklanan bir tabanın, özelliklerin, hammadden var. Bu özellikler, kendi kendine açığa çıkmaz! Giren yeni veriler istikametinde bunlar açığa çıkar. Bir örnek verelim...
Mesela; güzeli seçme ve güzele yönelme...
[1] Bu konuyu “DUA ve ZİKİR” isimli kitabımızda geniş bir şekilde anlatmıştık... Bu yüzden burada bu konunun detayına girmeyeceğim…